29 Nisan 2011 Cuma

Futbol TV


30 Nisan Cumartesi
14:00 Samsunspor-Güngören Bld & Mersin İY-Kartalspor / TRT 1 (Dönüşümlü)
14:00 Adanaspor-Çaykur Rizespor / TRT 6
15:00 Kasımpaşa-Konyaspor / Lig TV
15:00 Antalyaspor-Bucaspor / Digi Kanal
16:30 Dortmund-Nurnberg / TRT HD
17:00 Blackburn-Bolton / PL TV
19:00 Real Madrid-Zaragoza / NTV Spor
19:00 Beşiktaş-Galatasaray / Lig TV
19:00 Cesena-Inter / TV8
19:30 Chelsea-Tottenham / Spormax & PL TV
19:30 Bayern-Schalke 04 / TRT HD
20:00 Lille-Arles / Kanal A
21:00 Real Sociedad-Barcelona / NTV Spor
21:45 Napoli-Genoa / TV8
22:00 PSG-Valenciennes / Kanal A
23:00 Deportivo-Atletico Madrid / NTV Spor
1 Mayıs Pazar
14:00 Liverpool-Newcastle / PL TV
15:00 Manisaspor-Eskişehirspor / Lig TV
16:00 Milan-Bologna / TV8
16:05 Arsenal-Manchester United / Spormax
18:10 Manchester City-West Ham / PL TV
19:00 Fenerbahçe-İBB / Lig TV
19:00 Trabzonspor-Gaziantepspor / Digi Kanal
19:00 Kayserispor-Bursaspor / LOCA
22:00 St Etienne-Monaco / Kanal A
22:00 Osasuna-Valencia / NTV Spor
2 Mayıs Pazartesi
20:00 Ankaragücü-Karabükspor / Lig TV
21:45 Lazio-Juventus / Spormax & TV8
Copy-Paste: tribundergi.com

Ferdinand'ın Kırmızı yorumu


Bir önceki yazıdaki videonun son bölümünde Ferdinand'ın twitter mesajı vardı. O mesajda ve sonrasında bakın neler demiş: "Bu bir şaka olmalı. Pedro görüntüleri tekrar izlerken, kesinlikle 'Ben ne yapmışım?' diye düşünmüştür. Alves'e gelirsek, siz beni hiç sedye ile oyundan çıktıktan sonra koşarak sahaya girdiğimi gördünüz mü? İsteyen kişi bana çift dalabilir, ben bunda bir sakınca görmüyorum. Ancak rol kesmeyi kabul edemiyorum."
Alves'i sahtekarlıkla suçlayan Michael Owen ise, "Alves'in haraketi pek çok kesim tarafından hoş karşılanmadı ancak Barça taraftarları bundan memnun. Çok yazık."

Pepe'nin kırmızı kart pozisyonu



Üstteki 2 video Pepe'nin kırmızı kart gördüğü pozisyonlar. Yorumlarda bu pozisyonların %100 kırmızı kart olduğunu söyleyen arkadaşların bir kez daha izlemeleri için koydum bu videoları. 1.video ikincisine göre daha uzun. Birincisinde kırmızı öncesi Barcelonalı futbolcuların ortaya koyduğu teatral performans arkasından da Dani Alves'in oscarlık oyunu var. Videoda net bir şekilde ortadaki topa 2 oyuncunun müdahalesini ve Pepe'nin Dani Alves'e kesinlikle dokunmadığını göreceksiniz. Dani Alves'in aynı tiyatroyu Fenerbahçe-Sevilla maçlarında da defalarca sergilediğini hatırlayacaksınız. O yüzden önceki maçlarında hakemin zaafiyeti nedeniyle Pepe'ye kırmızı kart gösterilmedi diye şimdi gösterilmesini lütfen savunmayın bana. Mesela Feberhahçelilere soruyorum. Lugano'ya bundan önceki maçlarda defalarca hak etmesine rağmen kırmızı kart gösterilmedi. En kritik maçta en ufak bir şekilde kırmızı gösterilse ve Fenerbahçe bu nedenle şampiyonluğu kaybetse ne hissedirsiniz. Aynı şekilde Galatasaray yada Beşiktaş'tan bir futbolcuya aynı şekilde bir muamele yapılsa ve şampiyonluk yada kupa kaybedilse nasıl olur? O yüzden önceki maçlarda hakem kararlarında rezalet yaşandı diye Şampiyonlar Liginde bunun faturasını kesemezsiniz. Böyle bir mantık kabul edilemez. O yüzden Stark o kadar rezalet bir yönetim gösterdi ki sonraki pozisyonda Adebayor'un rakibini darp etmesine kırmızı kart gösterecek yüreği bulamadı. En kötü oradan bir mantık kurun.

28 Nisan 2011 Perşembe

El Clasico #3 Gerçekler


Önceki yazımı maç sonunda müthiş bir kızgınlıkla yazdığım için hakemin üzerine yıkmıştım bu mağlubiyeti. Bu konuda hislerim değişmedi. Ama şimdi birazda gerçekler üzerinde duralım istedim ki yanlış bir görüntüde olmayalım. Benim Real Madrid taraftarlığım Santillana'nın son 15 dk oyuna girip attığı gollerle başlar. Sonrasında Emilio Butrogueno'lu dönemle devam eder. Real Madrid sevgimin başladığı yıllarda 11-12 yaşlarındaydım. Yani ne General Franco'yu bilirdim ne de Katalan-İspanyol çekişmesini. Tamamıyla isimler üzerinden bir sevgiydi bu. Sonrasında yaş ilerledikçe tarihi okuyunca tabiki bazı şeylere içim elvermedi. Normal olarak hiçbir zaman tasvip etmedim, eskiden yapılanları. Ama sonuçta Avrupa'nın diğer bir ucunda bir ülkenin vatandaşıyım. General Franco'nun yaptıkları yüzünden Real Madrid'i bırakacak halim yok. Zaten İspanya'dan yeni gelen Bülent Timurlenk de İspanya'nın genelinde de artık eski defterlerin açılmadığını artık herkesin sadece renklere gönül verdiğini anlattı Avrupa'dan Futbol programında. Bende hiçbir zaman umursamadım. Real Madrid kadar çok sevdiğim bir diğer takımda Liverpool'dur. Sonuçta bir tezat değil mi? Biri işçi takımı, diğeri zenginlerin. Ama dedim ya önemli olan zamanında o takımda hayran olduğum isimlerle başlayan bir sevgi bu.

Evet dün Real Madrid-Barcelona maçında rezil bir hakem vardı benim futbol gözlüğümde. Birçok maçta birçok pozisyon söyleyebilirsiniz. Verilmeyen penaltı, faul pozisyonları ve daha birçok şey ama kırmızı kart gösterilmesi, eğer haksızsa kabul edilebilir bir şey değil. Bir önceki yazımda belirttiğim için hakemi çok fazla konuşmak istemiyorum. Şimdi her şeyi bir tarafa koyup gelelim iki teknik adamın kadro seçimlerine. Açıkçası Real Madrid 11'ini gördüğüm anda şaşırmadım desem yalan söylemiş olurum. Lig ve Kral Kupası 11'leri takımın özgüvenini yerine getirmek içindi. Ben artık Mourinho'nun bu maçta daha hücumu düşünen bir 11 çıkarmasını bekliyordum. En azından bir forvetin sahada olmasını beklerdim. Higuain, Benzema, Adebayor ve Kaka'nın kenarda olmasını tribündeki Real Madridliler gibi bende kabullenemedim. Futbolcularda kabullenememiş anlaşılan. 16.dakikada Barcelonalı oyuncular kendi sahasında top çevirip Realliler üstlerine gitmeyince tribünler ıslıklamaya başladı, ardından da Ronaldo tek başına yaptığı hücum presin ardından arkadaşları yardıma gelmeyince ilk tepkiyi net bir şekilde gösterdi. Marcelo, Xabi Alonso ilk yarıda birçok kere arkadaşlarını ileriye gitmeleri için yüreklendirmeye çalıştı. Ama sahadaki düzenden kimse mutlu değildi. Barcelona da ilk yarıda Real Madrid üzerine fazla gelmeyince kadrosunda da önemli eksikler olunca kendi sahasında top yaptı. O yüzden ilk yarının sonunda ki %75'e %25'lik topla oynamayı fazla dikkate almamak lazım. Guardiola bu maça çıkabileceği en ideal kadroyla çıkmış. Göbekte bir risk alıp Mascherano'yu koymuş, sol beke de Puyol'u koymuş. Orta sahada ise Iniesta'nın yokluğunda Keita var. Böyle önemli eksikleri olan ve savunmanın göbeğinde kısa olan Barca'ya karşı Real, koca bir ilk yarı bir tane orta yaptı mı hayır.

ikinci yarıda ise Adebayor sahadaydı Mesut'un yerine. Ben bir oyuncu değişikliği daha bekledim ama nafile. Adebayor ile önde basmayı havadan oynamayı hedeflemiş Mourinho ama bu kez de oyunu yönlendirecek pasörün yok. İkinci yarıya başlarken Diarra-Kaka değişikliğini bekledim açıkçası. Son Valencia maçında Brezilyalı adeta şov yaparak ne kadar hazır olduğunu göstermişti. İkinci yarıda o da hemen girse belki de sonraki dakikalarda yaşanan o pozisyonlar, top daha çok Real Madrid'te olduğu için yaşanmayacaktı. Pepe'nin atılması ise son nokta oldu. 10 kişi kalan Madrid karşısında Barcelona çok rahat oynayarak Messi farkıyla 2-0 gibi çok büyük bir avantaj yakaladı. Rövanşta bir şey değişmeyecek şimdi ama hücum eden bir Real Madrid izleyeceğimiz kesin. Böyle bir mantelitede çıkılan sezonun ilk El Clasico'su 5-0 bitmişti. Şimdi ne olur bilemiyorum. Pepe'nin atılması Mourinho'yu da kurtardı bir anlamda. Yoksa maç 0-0 bitse eleştirilerin dozu da yükselecekti ama şimdi şovunu yapan o oluyor. Futbolcular açısından da bir kez daha bu şekilde gergin, bir kez daha sıkı savunma yapmak kolay değil. Bundan önceki iki maçta Real Madrid adına bir ilk yaşandı bu sezon. Real Madrid sezon boyunca saldıran içeride dışarıda sürekli golü düşünen bir yapıda olmuştu. O yüzden alışık olmadıkları böyle bir sistemde oynamak ve bunu 2 hafta içinde 3.kez yapmak Realli oyuncuların bio-ritmini bozmuş. İlk 2 maçtaki gibi pres yapamadılar, zaten atak zor yapıyorsun, bir de üstüne 10 kişi kalınca fişi çektiler. Şimdi 2.maç en azında zevkli bir futbol izleyeceğiz. Ama Mourinho'yu eleştirirken de onun da psikolojisine hak verelim. Evet 3.kez defansif bir sistemle çıkmak hataydı ama ligin ilk yarısında hücum oynamışsınız 5-0 yenilerek rezil olmuşsunuz, Kral Kupasında defansif oynayıp kupayı almışsınız. Siz Mourinho'nun yerinde olsanız ne yapardınız? Bu sorular ve cevapları uzar gider. Ben Real Madrid'in oynadığı futboldan utandım ama bu hakem ve UEFA hakkındaki düşüncelerimi değiştirmez.

El Clasico #3'te Stark Rezilliği


5 yıl önce Chelsea’nin Barcelona’ya İngiltere’de 2-1 yendildiği maçta Asier Del Horno’nun haksız yere atılmasına neden olan Lionel Messi için “Barcelona, muhteşem tiyatrolarıyla bir kültür kenti. Bu çocuk da artistliği iyi öğrenmiş.’’demişti Mourinho. Bugün bakıyorum da geride kalan 5 senede değişen çok fazla şey yok. O zaman bir tek Messi’yken şimdi tüm Barcelona takımı çirkef olmuş. Pedro ve Busquets’in yaptıklarını kim nasıl açıklayacak. Birde Barcelona futbol okullarında önce ahlakı öğretiyorlarmış. Bu mu ahlaklı olmak . İnanılır gibi değil gerçekten. Busquets ve Pedro’nun yaktığı ateş Pepe’nin atılmasına neden olmuştur. Bu kadar basit. Daha önce Ovrebo, Busacca ve şimdi de Stark. UEFA’nın istediği bir kez daha oldu. Yine Barcelona hakem sayesinde finale çıkıyor. Uzay takımı uzaylılığını gösteremeden bir kez daha finale çıkıyor. Ya kardeşim bırak eşit şartlarda oynat şu futbolu. Görelim savunma futbolu mu, hücum futbolu mu galip gelecek. Yok arkadaş yine izin yok. Pepe’nin o hareketine kırmızı veriyorsan, Barcelona öne geçmeden Messi’nin uçarak girmesine de kırmızı çıkartacaksın. Pepe’nin ki de en fazla sarı kart, Messi’nin ki de. Ama yok Barçalı her oyuncu yere düştüğünde hakemin etrafında kaleci dahil 10 Barcelonalı. Son yıllarda gördüklerimi ben hiçbir şampiyonlar ligi maçında görmedim şimdiye kadar. Şimdi herkes yazar Messi inanılmaz, Messi ne gol attı diye. Pepe’nin atıldığı dakikaya kadar neredeydi Messi.

Ha Pepe atılmasa Real Madrid kazanır demiyorum ama Barcelona’nın kesinlikle kazanamayacağını söyleyebilirim. Hatta 2.yarı Real yavaş yavaş baskıya başlamıştı Adebayor’un girmesiyle. Ama Stark adında öyle bir tetikçi vardı ki sahada. Pepe’yi attıktan sonra Diarra’ya sarı veremedi-Bu arada kartı olmayan Diarra’ya İlker Yasin ve Rıdvan Dilmen kırmızı gösterttirtmeye çalıştı, o da ayrı komikti-Adebayor’u atamadı ama işte tüm bunlar ne kadar rezil bir hakem olduğunu göstergesiydi. 2 sene önce Ovrebo sayesinde kupayı almışlardı, Chelsea’nin Stamford Bridge’te infaz edilmesiyle, bu sezon Arsenal’in eleme ihtimali varken Busacca sayesinde Van Persie komik bir şekilde atılmıştı. Tüm bunlar tesadüf mü yani. General Franco dönemine çok atıfta bulunur Katalanlar ancak son 5 senede UEFA’nın politikasının diktatörlük döneminden çok farkı yok. Maç hakkında daha fazla şey yazamıyorum çünkü Pepe’nin atılması maçın son düdüğüydü. O kart olmasa bugün %99 ne Messi’nin muhteşem gollerini ne de Adebayor’un verilmeyen kırmızı kartını. O yüzden bir kez daha söylüyorum UEFA’nın istediği oldu. Bu arada Manchester United da boşuna çıkmasın Wembley’de finale. Bu sene adres belli çünkü.

27 Nisan 2011 Çarşamba

El Clasico Taktikleri




El Clasico öncesi Marca, 2 teknik adamın maç taktiklrini yayınlamış. Siteye girerseniz daha iyi çünkü taktikler animasyonlu...

22 Nisan 2011 Cuma

Futbol TV


22 Nisan Cuma
20:00 Eskişehirspor-Trabzonspor / Lig TV
23 Nisan Cumartesi
13:30 Roma-Chievo / TV8
14:00 Karabükspor-Sivasspor / Lig TV
14:45 Manchester United-Everton / Spormax
16:00 Palermo-Napoli & Inter-Lazio (Dönüşümlü) / TV8
16:30 B. M'Gladbach-Dortmund / TRT HD
17:00 Bursaspor-Manisaspor / Lig TV
17:00 Liverpool-Birmingham / Spormax
19:00 Valencia-Real Madrid / NTV Spor
19:30 Chelsea-West Ham / Spormax
20:00 Galatasaray-Kayserispor / Lig TV
20:00 Brescia-Milan / TV8
21:00 Barcelona-Osasuna / NTV Spor
21:45 Juventus-Catania / Spormax
23:00 A.Bilbao-R.Soceidad / NTV Spor
24 Nisan Pazar
14:00 Orduspor-Samsunspor / TRT 1
14:00 Altay-Kartalspor / TRT Anadolu
14:00 Gençlerbirliği-Kasımpaşa / Digi Kanal
15:30 Feyenoord-PSV / Beyaz TV
16:00 Gaziantepspor-Antalyaspor / Lig TV
16:30 Wolfsburg-Koln / TRT HD
17:00 İBB-Ankaragücü / Digi Kanal
18:00 Bolton-Arsenal / Spormax
18:00 Brest-PSG / Kanal A
18:30 Nuremberg-Mainz 05 / TRT HD
19:00 Bucaspor-Fenerbahçe / Lig TV
20:00 Atletico Madrid-Levante / NTV Spor
22:00 Sevilla-Villareal / NTV Spor
22:00 Lorient-Lille / Kanal A
25 Nisan Pazartesi
20:00 Konyaspor-Beşiktaş / Lig TV
20:00 Gaziantep BB-Adanaspor / TRT
22:00 Blackburn-Manchester City / Spormax
Copy-Pasted:tribundergi.com

21 Nisan 2011 Perşembe

El Clasico #2'de Zafer Madrid'in...


Hala Madrid! Hala Madrid! Hala Madrid! Madrid taraftarı, marşlarını bir Barcelona maçı sonrası böyle coşkuyla söylemeyeli 3 sene olmuştu. Hak edenin yada hak etmeyenin kazandığı bir maç değil bu. Kupa maçı. Eninde sonunda biri kazanacak. Lig olsa iki taraf puanları paylaşmıştı ama kupa olunca bir kazananı olacak. O da bu yıl için Real Madrid. 18 yıllık hasrete son vermek kolay olmadı Madrid adına. Maç öncesi Di Stefano'nun Mourinho'ya ''Son maçtaki futbolu beğenmedim'' demesi Portekizlinin ''Patron benim'' cevabı. Madrid cephesi bir hayli gergindi yani. Önceki yazımda belirttiğim gibi Madrid'in egosunu törpülemek zorundaydı ve kupayı alarak oynadığı kumarı kazandı. Şimdi son günlerde atıştığı Madrid basını da Şampiyonlar Ligi bitine kadar ısırmayacak onu. Maça bakarsak ilk yarı sahanın hakimi tartışmasız Real Madrid'ti. Ben daha önce Barcelona'nın topla çok oynadığı, Reali sahadan sildiği çok maç izledim ama ilk yarı bir başkaydı. Mourinho'nun öğrencileri 4 gün önceki maçta ilk defa denedikleri taktiği bugün üzerine koyarak oynadılar. Barcelona orta sahasının daha önce durduğu çok maç izledik ama koca bir 45 dakika boyunca rakip yarı sahada pas yapamadıklarını hiç görmemiştik. Real hem bunu başardı hem de 4 net pozisyona girerek ilk yarıda maçı bitirebilecek konuma geldi. Burada en net pozisyon Pepe'nin direkte patlayan müthiş kafasıydı. Ronaldo'nun karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda heyecan yapması kendisine hiç yakışmadı. Sanki 20 yaşında ilk defa büyük bir maçta oynayan genç yetenek gibiydi Ronaldo.

Açıkçası bu kadar net pozisyonlar kaçtıktan ve bu kadar baskılı oynadıktan sonra ikinci yarıda da görüntünün böyle olmayacağını tahmin ediyordum. Söz konusu Barcelona-Real Madrid maçı olunca böyle bir görüntüyü 90 dakika izleyemezsiniz. O yüzden ikinci yarıda roller 360 derece değişti. Bunda en büyük etken Real Madridli oyuncuların Barcelonayı yine mi yenemeyeceğiz psikolojisiydi. Katalanlar bu durumu iyi kullandı ikinci yarıda. Real Madrid'e adeta top göstermediler. Topla oynama oranları yine %75-%25 oldu. Ama net pozisyon sayısı ikide kaldı. Casillas o iki net pozisyonda, özellikle Inıesta'nın vuruşunda neden kendisine ''Saint Iker'' dendiğini gösterdi bizlere. 90 dakikanın son düdüğü çaldığında ise Real Madrid, Barcelona dalgasının tsunamiye dönüşmesine izin vermeden uzatmalara attı kendini. Bu yarıda Real Madrid adına akıllarda kalan tek atak Xabi Alonso'nun uzun menzilli pasında Ronaldo'nun at yarışı deyimiyle 3 boy gerideyken Adriano gibi hızlı bir adamın 2 boy önüne geçmesi ve çektiği şutun direği yalamasıyla oldu.

Uzatmalar, her zaman için çok değişken olmuştur. Tüm büyük kupalarda hikayesi farklıdır ekstra dakikaların. 90 dakikanın dışında yaşanır genelde. Bu kezde öyle oldu. Uzatmaların başlamasıyla maçta yine denge vardı. İkinci yarıda yaşanan Barça fırtınası dinmişti. Dengede gidiyordu karşılaşma. İki takımda atanın galip olacağını biliyorcasına birbirlerinin üzerine fazla gitmiyordu. İşte tam bu anda Real Madrid, ilk yarıda yaptığı gibi dan dun vurmak yerine yerden hızlı paslarla gelince Barça kalesine Di Maria'nın yaptığı verkaç sonrası yaptığı orta ve Ronaldo'nun güzel kafa vuruşuyla 1-0 öne geçti. Guaridola finale kadar kaleci Pinto'yla geldiği için Valdes'i oynatmamıştı ama Pinto'nun golde yapacağı hiçbir şey yoktu. Mourinho'nun taktiğinin anlam kazanacağı gol geçte olsa gelmişti. Kalan dakikalarda ise Barcelona'nın gardı düşmüştü. Bunda en büyük etken tabiki iki takım arasındaki kadro genişliğiydi. Maç 90 dakika olduğunda Barcelona adına bir sorun yok ama yorgunluk baş gösterdiğinde kenardan oyunu aynı şekilde devam ettirecek yada değiştirecek bir isim yok. Real Madrid'te ise tam tersi. Real'in kulübesinde Adebayor, Benzema, Higuain, Kaka, Diarra var. Mourinho bu yüzden rahatlıkla değişiklik yapabiliyordu. Mesut-Adebayor değişikliği de bunun göstergesi. Tabi Mesut çıkınca Real Madrid'in pas alışverişi büyük sekteye uğruyor ama defansif anlamdaki direnci arttırmak için Mourinho'nun yapacağı başka bir şey yoktu. Mesela aynı şekilde yorulan Di Maria'yı değiştiremedi. Çünkü kenardan kimi alırsa alsın, Dani Alves'in kanadını kapatması zor olacaktı. O yüzden orada da yine tecrübesini konuşturdu Mourinho ve değişiklik yapmadı. Sonuçta Real Madrid kupayı kazandı.

Real adına sahanın yıldızları bir önceki maçta olduğu gibi öncelikli olarak Pepe'ydi. Forvet arkası gibi oynattı onu Mourinho. Savunmada ilk basan oydu. Aynı şekilde Real Madrid hücumdayken rakip ceza sahasına ilk koşanda oydu. Di Maria, ilk 3 maçın aksine bugün mükemmel oynadı. 120 dakika boyunca Marcelo'ya müthiş yardım etti ve golde harika bir orta yaparak maçın adamı olacak bir performans ortaya koydu. Ronaldo zaman zaman kendini gösterdi ama golde zamanlaması ve vuruşuyla neden büyük bir yıldız olduğunu gösterdi. Casillas, daha önce de söylediğim gibi ikinci yarıda Barcelona'nın 2 pozisyonunu durduran isimdi. Real Madrid'te beni hayal kırıklığına uğratan tek isim Xabi Alonso'ydu. Ronaldo'ya attığı müthiş pas harici çok iyi oynayamadı. Barcelona'da yine daha önce söylediğim gibi dar kadro sıkıntısı yaşandı. El Clasico 1'de sakatlığı tam olarak geçmeyen Puyol'un oynatılması hatalydı demiştim. O maçta sakatlanan ve bugün oynamayan Puyol'u çok aradı Barça. Tabi bu tip durumlarda en iyi alternatif Abidal'i de. Ama Barcelona'nın bu tip durumlara her zaman hazırlıklı olması lazım. Puyol yada Pique'nin en iyi alternatifi Abidal olmamalı. Guardiola'nın zor durumlarda bir planı olmadığını bir kez daha görmüş olduk bugün. Geçen sene Inter maçlarında da sınıfta kalmıştı, bugünde. Barcelona, erken gol bulamayınca Guardiola'da da sıkıntı başlıyor. Şimdi skor eşit. Barça ligi, Real kupayı aldı. Dünyanın en iyi iki takımının kapışmasında kazananı Şampiyonlar Ligi belirleyecek. Real Madrid 3 defansif orta sahayla sistemini bulmuş gibi ama Bernabeu'daki ilk maçta Carvalho oynamayacak. Bu durumda son iki maçın yıldızı Pepe'yi yeniden savunmaya çeker mi Mourinho göreceğiz. Portekizlinin bu iki maçta yaptığı en önemli şey Barcelona'nın özgüvenini kırmak, kendi takımınınkini arttırmak oldu. Şimdi Barcelona çok daha hırslı çıkacak Şampiyonlar Ligi maçlarına. O yüzden El Clasico serisinin en heyecanlılarını şimdi izleyeceğiz gibi geliyor bana.

20 Nisan 2011 Çarşamba

El Clasico #2'ye doğru...


El Clasico #2'ye saatler kala son bilgilere, istatistiklere bakalım. Bu kupayı en son 26 Haziran 1993'te yine Valencia'da kazanmış Real Madrid. Kaptan Sanchis'in ellerinde yükselmiş. 2 Madrid efsanesi Raul ve Guti bütün kupaları kazanmış ama bu hariç. Madrid'in yeni nesil yıldızları bu onura ulaşmak için çıkıyor Barcelona karşısına. Katalanlar en son yine bu statta 2009'da Atletic Bilbao'yu 4-1 yenerek çıktılar.
Bu Kupa aynı zamanda Messi ve Ronaldo'nun da Kupa'nın gol krallığı için de yarışı olacak. Messi 7 gol atmış, Ronaldo 6.
2500 Poliste bu maçın öncesinde ve sonrasında Mestalla çevresinde olacak. 100 Kızılhaç üyesi, 10 İtfaiye ve 6 ambulans olacak.
İki teknik adamın maç öncesi konuşmasından yine en ilgincini Mourinho yaptı. ''Ben Madrid tarihinde henüz hiç kimseyim'' diyerek kupayı kazanmayı ne kadar çok istediğini açıkça belli etti.

17 Nisan 2011 Pazar

El Clasico # 1'de üzülen yok...


Star Wars serisinin ilkinde kazanan olmadı. Ama sonraki maçların, özellikle Kral Kupası finalinin nasıl geçeceğine dair bir görüntü oluştu. Nou Camp'taki ilk maçta iki takımda oyunlarından ödün vermemiş, kaybeden ağır hasarla Mourinho olmuştu. Ancak bu maçta Mourinho, Real Madrid'in egosunu bir tarafını koyarak mantıklı olanı yaptı ve Barcelona'yı aynı Inter'de yaptığı gibi önce durdurayım dedi ki mantıklısı buydu. Çünkü Barcelona'yı onların şartlarında yenmek Real Madrid adına şu an için çok zor. Mourinho da dersini çok iyi çalışarak orta sahaya Pepe'yi monte etti. Savunmanın göbeğinde Carvalho'nun yanına Albiol'u aldı. Orta sahaya ise Pepe-Xabi Alonso-Khedira üçlüsünü monte etti. Mesut'u kenara alarak ilerideki üçlüsünü bozmadı: Ronaldo-Benzema-Di Maria. Barcelona'nın ise Real Madrid'i alt etmek için ayrı bir önleme ihtiyacı yok. İşleyen makine düzenini bozarsa kaybedeceğini Guardiola da biliyor. Genç teknik adam hatta düzeni bozmamak için büyük bir kumar oynayıp sakatlığı tam olarak geçmemesine rağmen Puyol'u da savunmadaki yerine koymuştu. İki takımda maça bu düzende başladı. Ama Gattuso'nun ''Her derbi kendi hikayesini yazar'' sözü bu maçtada ortaya çıktı.

İlk düdükle birlikte Real Madrid'in doğal olarak aşırı agresif, Barcelona'nın da her zamankinden fazla sakin olduğunu gördük. Real, rakibinin oyununu bozmaya yönelik sistemiyle ilk yarıda Barça'yı benim beklediğimden daha iyi durdurdu. Katalanlar yine müthiş bir topa sahip olmayla oynadılar ama ilk yarı boyunca 2 pozisyon dışında Casillas'ı çok zorlayamadılar. Real Madrid de bu oyun düzeninde her zamanki pas trafiğini iyi yapamayacağından kontra ataklar ve duran toplarla sonuca gitmeye çalıştı. İlk yarıda da iki duran top sonucunda Ronaldo'nun bir kafası çizgiden çıkartılırken diğerinde yine Portekizlinin frikiği direkte patladı. Açıkçası ilk yarı sonuna kadar herşey Mourinho'nun istediği gibi gitti. Barça'ya doğru dürüst pozisyon vermeyerek. Barça cephesinde ise makinede aksayan isimler ilk kez bu kadar fazlaydı. Pedro, belki de sezonun en kötü futbolunu oynarken Villa yine vasatı aşamıyordu. Messi takımı ateşleyen tek isim oluyordu.

İkinci yarı ise Real Madrid adına şokla başladı. Savunmanın arkasına atılan topta Albiol, Villa'ya müdahele etmekte geç kalınca hakem haklı olarak penaltıyı çaldı ve kırmızı kartı verdi. Mourinho'nun planlarını tek bir hareketle mahvediyordu Albiol. Barça Messi'nin penaltı golüyle öne geçtikten sonra ben dahil herkes bu iş bitti demiştir. Ama sonrasında ''Her derbi kendi hikayesini yazar'' sözü bir kez daha kendini gösterdi. Golden hemen sonra Barça adına tamda en çok ihtiyaç duyulan anda Puyol sakatlandı. Bu da Guardiola'nın gereksiz kumarını gözler önüne serdi. Sonuçta diğer oynanacak 3 El Clasico'ya göre bu maç en gereksiziydi. Sonrasında ise Barcelona her zaman ki gibi bol pasla Real'i yorar, hatta ikiyi bulur derken hem skor olarak hem de ligdeki rahatlığını düşünerek bir anda laubali hareketler başladı Barça'da. Real golden sonraki 10 dakika maçı bırakmış gibiyken Barcelona'nın bu tazrı yüzünden hırs yaptı ve maça çok iyi döndü. Tabi bunda en önemli pay yine Mourinho'nundu. Kırmızı karttan sonra savunmaya çektiği Pepe'yi bir kez daha orta sahaya aldı. Arbeloa'yı oyuna alarak Sergio Ramos'u göbeğe çekti. Tüm iyi niyetine rağmen büyük maçlarda ilk derbide de çok sırıtan Di Maria'yı kenara aldı. Kötü oynayan Benzema'yı ve bu maçta bekleneni veremeyen Xabi ALonso'yu çıkartarak Mesut ve Adebayor'u oyuna aldı.

Maçın final bölümü ise gerçekten nefesleri kesti. Mourinho'nun hamleleri, Mesut'un sazı eline almasıyla son 20 dakika bambaşka bir Real Madrid vardı sahada. Eksik olmasına rağmen Katalanlar üzerinde baskı kuran Real, Marcelo'nun düşürülmesiyle penaltıyı kazandı ve Ronaldo, El Clasico'da ki ilk golünü attı. Kalan dakikalarda ise akıllarda kalan iki şey vardı. Biri Khedira'nın şutu, diğeri ise Messi'nin hiç gerek yokken Real tribünlerine bilerek vurduğu topla yaptığı çirkinlik. Son düdük çaldığında ise sahada istediğini alan iki takım vardı. Barcelona, şampiyonluğunu garantileyen bir sonuç alırken Real Madrid, Barça karşısında son yıllardaki ezikliğini bir parça olsun telafi ederek Kral Kupası finaline daha moralli çıkabilecekti. Bu karşılaşmanın yıldızları ise Real Madrid'te 90 dakika olağanüstü oynayan Pepe ve oyuna sonradan giren Mesut'du. Ancak Pepe'nin müthiş agresif oyununa ve her pozisyonda rakiplerine jilet misali girmesine rağmen maçı kartsız bitirmesi şaşırtıcıydı. Barcelona ise takım olarak yine belli bir seviyede oynadılar ama bu kez öne çıkan tek isim Messi'ydi. Şimdi lig bitti. Gözler Kral Kupası finalinde. Çarşamba günü Real Madrid'in az çok nasıl oynayacağını gördük bence. Ancak Barcelona bu kadar sakin olmayacaktır. Bugünkü maç genel olarak kaliteden yoksundu. Ancak Mestalla'da çok daha agresif bir Barcelona göreceğimizden eminim.

15 Nisan 2011 Cuma

Spider...


İngiletere alt liglerde mücadele eden Dagenham and Redbridge futbolcusu Bas Savage...

Futbol TV


15 Nisan Cuma
20:00 Beşiktaş-Gençlerbirliği / Lig TV
21:30 Mainz 05-M'Gladbach / TRT 3 & TRT HD
16 Nisan Cumartesi
14:00 Boluspor-Rizespor / TRT 1
14:00 Ankaragücü-Bucaspor / Lig TV
16:00 Karabükspor-İBB / Digi Kanal
16:30 Hamburg-Hannover 96 / TRT 3 & TRT HD
17:00 West Brom-Chelsea / Spormax
17:00 West Ham-Aston Villa / PL TV
19:00 Roma-Palermo / Spormax
19:00 Fenerbahçe-Gaziantepspor / Lig TV
19:15 Manchester City-Manchester United / NTV Spor
19:30 Werder Bremen-Schalke 04 / TRT 3 & TRT HD
21:45 Parma-Inter & Milan-Sampdoria / Spormax & TV8 (Dönüşümlü)
22:00 Lille-Bordeaux / Kanal A
23:00 REAL MADRID-BARCELONA / NTV SPOR
17 Nisan Pazar
14:00 Sivasspor-Kasımpaşa / Lig TV
14:00 Denizlispor-Diyarbakırspor / TRT 6
14:00 Tavşanlı-Orduspor / TRT 1
14:00 Mersin İY-Altay / TRT Anadolu
15:00 Kayserispor-Konyaspor / Digi Kanal
15:30 Heracles - PSV (Canlı)(Dönüşümlü) - Beyaz TV
15:30 De Graafschap v Twente (Canlı)(Dönüşümlü) - Beyaz TV
16:00 Fiorentina-Juventus / Spormax & TV8
16:30 Bayern Munih-Leverkusen / TRT 3 & TRT HD
17:00 Antalyaspor-Eskişehirspor / Digi Kanal
17:00 Samsunspor-K.Erciyesspor / TRT 1
18:00 Bolton-Stoke / NTV Spor
18:00 Arsenal-Liverpool / Spormax & PL TV
18:00 Montpellier-Marseille / Kanal A
18:30 Dortmund-Freiburg / TRT 3 & TRT HD
19:00 Trabzonspor-Bursaspor / Lig TV
21:45 Napoli-Udinese / Spormax & TV8
22:00 Espanyol-Atletico Madrid / NTV Spor
22:00 PSG-Lyon / Kanal A
18 Nisan Pazartesi
20:00 Manisaspor-Galatasaray / Lig TV
20:00 Karşıyaka-Giresunspor / TRT Anadolu
22:00 Villareal-Zaragoza / NTV Spor
Copy-Pasted:tribundergi.com

Altın Top eritilince...


Belki biliyorsunuz ama yeni duyduğum için paylaşmak istedim. Maradona'nın Napoli dönemlerinin çılgınca geçtiğini bilmeyen yok. Kazanılan 2 muhteşem şampiyonluğun yanısıra uyuşturucu, kadınlar ve daha birçok garip olaylar. Ancak bu olayı bugün ilk kez okudum ve söyleyecek kelime bulamadım.
1986 Dünya Kupası Maradona'nın kupasıydı. Oynadığı muazzam futbolla doğal olarak turnuvanın en iyi oyuncusu seçilmiş ve Altın Top'a layık görülmüştü. Ancak komedi tamda burada başlıyor. Altın Top ödülünün mafya tarafından çalınıp, eritilerek külçeler halinde satılmasıyla. O zamanlar Mafyanın tepesindeki isimlerden Salvatore Lo Russo ise durumu şöyle anlatıyor: ''Altın Top'u Maradona'ya geri vermeleri için çok uğraştım ama mümkün değildi. Çoktan eritilmişti.'' Lo Russo'yu şöyle anlatalım bilmeyenler için; o dönemler İtalya'da uyuşturucu trafiğini yönetenlerden biri ve Maradona'ya Napoli zamanlarında sayısız kere kokain satmış. Hal böyle olunca da Maradona o zamanlar pek ses çıkartamamış bu olaya. Ama şimdi duyunca Diego'nun nasıl şartlar altında yaşadığını ve batağa nasıl sürüklendiğini net bir şekilde görebiliyorsunuz. Kendi edip kendi bulmuş.

13 Nisan 2011 Çarşamba

Galli Büyücü: Ryan Giggs


Yıllar önce Asics Tiger giyerdim. O zamanların moda ayakkabısıydı. Nike, Adidas gibi büyükler yine vardı ama Asics başkaydı. Sonrasında ise bir anda kayboldu piyasadan. Hiçbir yerde bulamıyordum Asics’i. Büyük firmalar ele geçirmişti her yeri. Ancak geçen sene bir baktım yeniden mağazalarda. İnsanlar sanki yeni bir markaymış muamelesi yapıyorlardı yılların markasına. Ryan Giggs’in de son günlerde bu kadar popüler olmasını buna benzetiyorum bende. Sanki hiç böyle oynamamış gibi haberler, yazılar yazılıyor onun hakkında. Galli’nin bize gösterdiği tek şey 38 yaşında olmasına rağmen takımının ona en çok ihtiyaç duyduğu anda sahneye çıkması. Son yıllarda Ronaldo, çok göz önünde olduğu için sahnede fazla görememiştik onu. Geçen seneki kaçan şampiyonluktan sonra baktı bu iş böyle olmayacak, aldı sazı eline. O çaldı arkadaşları oynadı, o çaldı United kazandı. Giggs, bu kadar konuşulunca son günlerde, Premier Ligin tüm sezonlarında gol atmayı başaran Galli süper yıldızın kariyerine bir göz atalım dedim. İşte ihtiyar delikanlının başarılarla dolu United günleri.

Yetenek, hız ve tekniğin yanı sıra üstün bir oyun zekasına sahip olan Ryan Giggs ya da United taraftarlarının ona seslendiği adıyla Galli Büyücü oynadığı muhteşem futbolla kendisini izleyenleri yıllardır büyülemeye devam ediyor. Tam ismiyle Ryan Joseph Giggs, 29 Kasım 1973’te Cardiff’te ragbi oyuncusu baba Danny Wilson ve anne Lynne Giggs’in oğlu olarak dünyaya geldi. Galli oyuncunun Giggs soyadıyla anılmasının sebebi baba Danny Wilson’un evi terk edip çiftin boşanmasıdır. Annesinin kızlık soyadını seçen Ryan bu hareketiyle bir anlamda babasına duyduğu tepkiyi de dile getirmiş oldu. Çocukluğu Cardiff’te geçen küçük Ryan,7 yaşında ailesiyle birlikte İngiltere’nin Manchester şehrine taşındı. Çevresindeki insanların sürekli Galli aksanıyla dalga geçmesi yüzünden Giggs, şehirde geçirdikleri ilk 1-2 yılı hiç güzel anılarla hatırlamaz.

Çocukluğunda futbolla çok içli dışlı olan Giggs, küçük kardeşi Rhodri ve bir grup arkadaşıyla sokak aralarında sürekli top peşinde koşardı. 1982 kışında bir öğleden sonra Manchester City gözlemcisi Denis Schofield küçük Ryan’ı okulun bahçesinde maç yaparken gördü ve ondaki yeteneği keşfetmekte zorlanmadı. Denis onu bölgenin yerel takımlarından Salford Juniors için oynamaya ikna eder. İlk olarak B takımında şans verilen Küçük Ryan A takımla yapılan maçta 6 gol atar ve bir daha B takımında yer almaz. Daha sonraları takımıyla birlikte Old Trafford’ta ülkenin bütün altyapı takımlarının katıldığı turnuvada boy gösteren Giggs finalde St.Helens’e kaybetmelerine rağmen oynadığı futbolla göz doldurur.Old Trafford’un büyüleyici atmosferinden oldukça etkilenen ve koyu bir Manchester United taraftarı olan Galli oyuncu bir gün bu stada döneceğine kendi kendine söz verir. Denis, Maine Road’un karşı kasabasında oturan Ryan’ı hafta sonları ve okulun tatil olduğu dönemlerde Manchester City’nin futbol okuluna götürür. Galli oyuncu antrenmanlara zevkle gitmesi bir yana sanki bir direnişin sembol ismi gibi devamlı kırmızı t-shirt giyer.Bu durumdan rahatsız olan City antrenörleri bir daha Kırmızı t-shirt giyerse antrenmanlara katılamayacağını belirtir. Fakat antrenörlerini dinlemez Giggs ve bu onun Manchester City macerasının da sonu olur.

Bu sıralarda şans bir anda yüzüne güler genç Ryan’ın.Old Trafford stadının güvenlik şefi Harold Wood, ailesinin çok yakın arkadaşıdır ve Galli oyuncuyu Manchester United’a getirmeyi çok ister.Alex Ferguson ile konuşan Wood, Giggs’i denemesi için İskoç teknik adamı ikna etmeyi başarır.Ferguson’ın yardımcısı Brian Kidd’in de onay vermesiyle Ryan Giggs bir haftalık deneme sürecine alınır. Salford Boys takımı için son maçında, kader bu ya Manchester United karşısına çıkar Galli oyuncu.Muhteşem bir oyun ortaya koyan Ryan 4-3 kazandıkları maçta hat-trick yaparak Ferguson’ı fazlasıyla etkilemeyi başarır. Giggs,14.yaş gününden birkaç gün sonra evde annesiyle birlikte televizyon izlerken kapı çalar,gelen United menajeri Alex Ferguson’dır.Genç Galli’yle ve annesiyle anlaşan İskoç teknik adam Ryan Giggs ile 2 yıllığına öğrenci oyuncu statüsünde kontrat yapar. Bir öğrenci oyuncu olarak United’ın A ve B takımlarında hafta sonları ve okulun tatil olduğu dönemlerde oynar Giggs. Bir süre sonra da İngiliz okullarında okuyan öğrencilerden kurulu takımın kaptanı olur ve Wembley’de İngiltere’yi temsil eder.Antrenörleri Brian Kidd ve Eric Harrison’un nezaretinde Kırmızı Şeytanların alt yapısında çok çalışan Giggs A takımla bazı antrenmanlara da çıkmaya başlar.Hatta A takımla çıktığı bir antrenmanda takımın yıldızlarından Viv Anderson’ı o kadar zor durumda bırakır ki tecrübeli oyuncu bir ara genç Galliyi kenara çekerek şöyle der:”Bak çocuk bana bir daha bunu yaparsan seni döverim”

Gösterdiği üstün performansla A takıma çıkmakta çok zorlanmaz Galli yıldız ve henüz 18 yaşında 1991’in Mart ayında Everton’a karşı ilk defa kadroda yer bulur.İlk on birde ilk maçı ise kaderin bir cilvesi olsa gerek ezeli rakip Manchester City’e karşı olur.Genç yıldızın sol kanattan yaptığı ortaya City oyuncusu Hendry topu kendi filelerine bırakınca Kırmızı Şeytanlar maçı 1-0 kazanır.Sene sonunda ise Manchester United, Kupa Galipleri Kupasını Barcelona’yı 2-1 yenerek alırken Ryan Giggs oynamasa da bu mutlu tablonun bir parçası olmuştur. Aynı zamanlarda takımın sol kanadında görev yapan Lee Sharpe Kırmızı Şeytanların popüler genç yıldızıdır ve o sene en iyi genç oyuncu ödülünü almıştır.Yetenekli olmasına rağmen Giggs’in önünde Sharpe gibi bir başka genç yıldız vardır.Fakat yine kader ağlarını örer ve Lee Sharpe ciddi şekilde sakatlanınca genç Galli için ilk 11 şansı doğar. Artık düzenli forma şansı bulmaya başlayan Ryan Giggs ilk golünü ise 1991’in Eylül ayında Norwich karşısında atar ve Kırmızı şeytanlar maçı 3-0 kazanır.Aynı sezon Manchester United Lig Kupasını kazanırken 38 maçta forma giyen genç Galli muhteşem oynar ve en iyi genç oyuncu ödülünün sahibi olur.

1992-1993 sezonu Kırmızı Şeytanlar ve Genç Ryan için tek kelimeyle muhteşem geçer.Yeni adıyla Premier Lige yavaş bir başlangıç yapan Ferguson ve öğrencileri Kasım ayında Fransız yıldız Eric Cantona’nın da takıma katılmasıyla bir anda fırtına gibi esmeye başlar ve sene sonunda tam 26 yıllık hasrete son verip şampiyonluğa ulaşır.Oynadığı futbolla yine harikalar yaratan Giggs, en iyi genç oyuncu ödülünün bir kez daha sahibi olur. Gallinin kariyerini uzun uzadıya daha fazla yazmaya gerek yok. 21 yıldır giydiği Manchester United formasıyla;
11 Lig, 4 FA Kupası, 4 Lig Kupası, 8 Community Shield, 2 Şampiyonlar Ligi, 1 Süper Kupa, 2 Kıtalararası Kupa.
En iyi oyuncu ödülü hiç verilmemişti bir çok kez hak etmesine rağmen. Ona 2009 yılında muhteşem bir törenle bu ödülü verdiler. Hak ettiği bir çok sezonun aksine o sene ortalama bir performans sergilemesine rağmen. Ama ödül töreni gerçekten inanılmazdı. Giggs’e özel yapılmıştı. İnternetten bulabilirseniz mutlaka izleyin. Meslektaşları bu ödülü belki de bırakacak diye verdiler ona. Ama bu sezon bakıyorum da adaylar arasında bile yok. Çok ilginç…

Kulüp bazında kazanılabilecek her kupayı kazanan ve oynadığı futbolla dünyayı kendisine hayran bırakan Ryan Giggs milli takımda aynı duyguları bir türlü yaşayamadı. 1991’de ilk kez formasını giydiği Galler ile hiçbir büyük turnuvaya katılamayan yıldız oyuncuya her zaman İngiltere milli takımında oynamayı niçin tercih etmediği sorulunca şu cevabı verir:”Cevabım basit.Bu konuda seçim yapmak gibi bir derdim yok.Ben Galler’de doğdum.Babam,annem ve atalarım Galli.Benim için İngiltere milli takımında oynamak hiçbir zaman bir seçenek olmadı.Çünkü ben her şeyimle bir Galliyim.”
İşte Galli büyücünün muhteşem kariyeri. Bazen elinize bir sözlük alırsınız ve anlamını merak ettiğiniz kelimenin karşılığına oradan bakarsınız.Ryan Giggs’in karşısında ise herhalde O’nu en iyi anlatacak şu cümleler olsa gerek; En iyi savunma oyuncusunu bile çaresiz bırakan inanılmaz çalımlar, alda at dercesine yaptığı harikulade asistler,kalecilerin aklını alan muhteşem goller ve zaferlerle,kupalarla geçen süper bir kariyer.

Torres hataydı


Dün gece Chelsea-Manchester United maçını izleyen herkes mavilerin kadrosunda Drogba yerine Torres'i görünce büyük ihtimalle şok olmuştur. Devre arasında 50 milyon paunda alınan İspanyolu oynatma adına önce üçünü birden sahaya süren sonra da Drogba yada Anelka'yı kesen Ancelotti'nin bu hatası Chelsea'nin şampiyonlar liginden elenmesine mal oldu. Kendisi de bu tercihin yanlış olduğunu kabul etmiş. Dün gece oynanan maçın sadece ilk yarısını izleyebildim. O yarıda da Torres'in performansını görmeme yetti. İkinci yarıda oyuna giren Drogba ise kendi menüsünden bir gol atmış Manchester'a. Hal böyle olunca da İngiliz medyasında eleştiri oklarının hedefindeki isim Torres'ten çok Ancelotti oldu. Oynatan isim olduğu için. Torres kulübü ve ülkesi adına 13 maçtır rakip fileleri havalandıramıyor. Toplamda 817 dakikadır. Artık iş işten geçti. Ligde, kupada elden uçtu. Kalan haftalarda istediği fanteziyi yapabilir İtalyan. Zaten anlamadığım Drogba ve Anelka gibi birbiriyle çok iyi anlaşan iki ismin arasına bir üst düzey forvetin niye alındığı. Yada Torres'i alıyorsan bu iki isimden birini niye göndermiyorsun. Aynı bölgede 3 büyük yıldızın varsa ve bunlardan en fazla ikisini oynatabiliyorsan bu transfer büyük hatadır. Oradaki üçüncü ismin diğerlerine göre bir alt seviyede olması lazım ki o da elinde var: Kalou. O yüzden Torres'in dün akşam oynatılması hata değil. Devre arasında alınması hata.

Dünyanın en büyük bayrağı


Dün gece Uruguay'ın Penarol takımı Montevideo'nun Centenario stadında, Independiente'yle oynadığı maçta dünyanın en büyük bayrağını açtı. Libertadores grup karşılaşmasında açılan bu bayrak 15 bin metrekare büyüklüğünde ve 35 bin Dolara mal olmuş. Penarol şov yaptığı bu maçı 1-0 kaybedip grup liderliğini kaybetse de bir üst tura çıkmayı başardı. Ama akıllarda mağlubiyetten çok en çok bu kare kalacak.

12 Nisan 2011 Salı

Jose Mourinho 500 diyor


Baba 500.maçına çıkıyor yarın Tottenham karşısında. Geride kalan yıllara baktığımızda niye dünyanın en büyük teknik direktörlerinden biri olduğunu anlıyoruz. 500 maçta 334 galibiyet, kolay ulaşılacak bir oran değil. 2 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA Kupası, 6 Lig Şampiyonluğu, 5 Lig Kupası, 3 Süper Kupa. Aşağıda da çalıştırdığı takımlarda çıktığı maç sayısı;
Benfica: 11
Union Leiria: 20
Porto: 127
Chelsea: 185
Inter: 108
Real Madrid: 48

Rakamlar gerçekten inanılmaz. Jose daha 48 yaşında. Sir Alex'ten 21 yaş küçük. Erken yaşta bırakmak zorunda kalmazsa yada hayati bir tehlike yaşamazsa daha kazanacağı çok şey var önünde. İşin ilginç yanı kazandıkları hep farklı takımlarla. Bir de gittiği yerde istikrarlı bir şekilde kalırsa kazanacaklarını düşünüyorum da vay vay vay. Belki de o yüzden ısrarla İngiltere'ye döneceğini söylüyor.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Meslektaşını avlayanlar


Kariyerinde 100 gole ulaşmak bir golcü için büyük bir onurdur. Aynı şekilde üstün bir performans sergileyen orta saha ve defans oyuncuları için de bu böyledir. Ama bir kaleci için kolayca telaffuz edilmeyecek bir olay. Sao Paulo kalecisi Rogerio Ceni geçen hafta attığı golle bu onura ulaşan ilk file bekçisi oldu. En meşhur yalnız adam yani. 100 golünün 56’sını frikikten atan Brezilyalı, ben bu işte ustayım diyen çoğu kişiye şapka çıkarttıracak bir performans ortaya koydu. Ceni attığı 100 golle top seviyeye-Gökmen Özdenak’ın tabiriyle “Pornografik”:)-çıksa da ondan önce ve hala çok ünlü isimler var, rakip meslektaşını avlayan. İşte bunlardan bazıları;
Jose Luis Chilavert:
Ceni’nin rakamları ortaya çıkana kadar Chilavert, rakip fileleri en fazla havalandıran kaleci olarak biliniyordu. Ceni, tüm bu rekorları sessizce kırıp, birkaç kez hariç Brezilya milli takımının formasını giymezken Chilavert, Paraguay milli takımının kaptanı olarak fazlasıyla göz önündeydi. Milli maçlarda takımının penaltıcısı ve frikikçisiydi. Ancak emekli olduğu 2003 yılına kadar 62 gol atabildi.
Dimitar Ivankov:
Listede en çok gol atan 3.isim yakından tanıdığımız biri. 42 kez rakip fileleri havalandıran Bulgar Ivankov, ilk iki ismin aksine penaltılarla bu sayıya ulaşmış. Bursaspor formasıyla da ara sıra gollerini atan Ivankov, araştırırken öğrendim, sıkı bir Milwall taraftarıymış. Ne alaka dimi:)
Jorge Campos:
Renkli formalarıyla herkesin yakından tanıdığı, çılgın kaleci akımının en renkli isimlerinden Meksikalı Jorge Campos, 2004 yılında sona eren kariyerinde 38 gole imza atmış. Rogerio Ceni gibi gollerinin hepsini kulüp takımında kaydeden Meksikalının 129 kez yeşil formayı giymesine rağmen rakip fileleri bir kez bile havalandırmaması ilginç.

Rene Higuita:
Alın size bir deli. Listedeki ilk isimler duran toplardan gol bulurken Higuita’nın en büyük özelliği slalom goller atmaktı. Kendi yarı sahasından aldığı toplarla rakipleri bir bir çalımlayıp gol atmayı çok seven Kolombiyalı, yeşil sahaların gördüğü en renkli simalardan biriydi. Her ne kadar biz onu meşhur “Akrep Vuruşu”yla tanısak da Higuita, 38 kez ağları havalandırmayı başarmış.
Hans-Jorg Butt:
Sırada şu an Bayern Münih kalesini koruyan Hans-Jorg Butt var. 32 kez fileleri havalandıran 36 yaşındaki Alman kaleciyi biz daha çok Bayer Leverkusen formasıyla hatırlıyoruz. Hatta öyle bir hatırlıyoruz ki, 2004 yılında Schalke’ye attığı golden sonra kaleye dönmekte gecikince çabuk santra yapan rakip onu gafil avlamıştı. Butt’un listedeki diğer isimlere göre en büyük farkı bu gaflette yatıyor.
Peter Schmeichel:
Kalecilik mesleğiyle ilgili bir yazı olur da dev Danimarkalı abimiz girmez mi? Onu gollerinden çok maç kurtaran hareketleriyle hatırlasak da Schmeichel’ın kariyerinde 13 golü var. Bunlarda öyle sıradan goller değil. Son dakikalarda takımı mağlupken yada maç berabereyken duran toplarda rakip kaleye giderek atılan goller. Her hareketiyle bu da ona yakışıyor be usta.
Benim liste budur arkadaşlar. Birkaç isim daha eklenebilir belki ama ben en popülerlerini yazmak istedim. Hepsi birer figür olan bu isimler, futbolu neden bu kadar çok sevdiğimizin kanıtları arasında yer alıyorlar.

Futbol TV


9 Nisan Cumartesi
14:00 Denizlispor-Samsunspor / TRT 1
14:00 Bucaspor-Karabükspor / Lig TV
14:45 Wolves-Everton / PL TV
16:00 Konyaspor-Manisaspor / Digi Kanal
16:30 Nurnberg-Bayern Munih / TRT 3 & TRT HD
17:00 Chelsea-Wigan / Spormax
19:00 Eskişehirspor-Fenerbahçe / Lig TV
19:00 Inter-Chievo / TV8 & Spormax
19:00 A.Bilbao-Real Madrid / NTV Spor
19:30 Stuttgart-Kaiserlaustern / TRT 3 & TRT HD
21:00 Barcelona-Almeria / NTV Spor
21:45 Udinese-Roma / Spormax
22:00 Brest-Rennes / Kanal A
23:00 Mallorca-Sevilla / NTV Spor
10 Nisan Pazar
13:30 Juventus-Genoa / TV8
14:00 İBB-Sivasspor / Digi Kanal
14:00 Gaziantepspor-Ankaragücü / Lig TV
14:00 Orduspor-Adanaspor / TRT Anadolu
14:00 Giresunspor-Altay / TRT 1
15:30 Ajax-Groningen / Beyaz TV
15:30 Blackpool-Arsenal / Spormax
16:00 Lazio-Parma / TV8
17:00 Gençlerbirliği-Kayserispor / Digi Kanal
17:30 PSV-Heerenveen / Beyaz TV
18:00 Aston Villa-Newcastle / Spormax & PL TV
18:00 Marseille-Toulouse / Kanal A
18:30 Leverkusen-Saint Pauli / TRT 3 & TRT HD
19:00 Galatasaray-Trabzonspor / Lig TV
19:00 Rizespor-Kartalspor / TRT 1
21:45 Fiorentina-Milan / Spormax & TV8
22:00 Lyon-Lens / Kanal A
11 Nisan Pazartesi
20:00 Kasımpaşa-Beşiktaş / Lig TV
20:00 Gaziantep BB-Boluspor / TRT Anadolu
22:00 Liverpool-Manchester City / Spormax & PL TV
copy-paste:tribundergi

8 Nisan 2011 Cuma

Avrupa'da gol yağmuru


Son yıllarda büyük kupaların çeyrek finallerinde bu kadar gol olmamıştır herhalde. Şu muhabbetleri yaptığımız aklımdadır hep. İkinci maç için avantajlı skor elde etmek. Elemeli maçların ilk rauntları az gollü geçer gibi klişeler bu sene gerçekleşmedi. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde toplam 8 maç oynandı. Bu karşılaşmalarda 34 gol kaydedildi. Maç başına 4 golün üzeri bir ortalama var. Chelsea-Manchester United: 0-1 ile Dinamo Kiev-Braga: 1-1 kısır geçti diğerlerinde ise gol yağmuru vardı. Şöyle bir bakarsak;
Real Madrid-Tottenham: 4-0
Inter-Schalke: 2-5
Barcelona-Shakhtar Donetsk: 5-1
Benfica-PSV: 4-1
Porto-S.Moskova: 5-1
Villarreal-Twente: 5-1
Sonuçlar gerçekten inanılmaz. Futbolseverler için müthiş bir keyif. Bu arada konumuzla pek alakası yok ama Avrupa Ligi yarı finalinde şu an gözüken 2 Portekiz ekibi garanti. Üçüncüsü Braga da müthiş bir avantaj yakalamış. Portekiz tarihinin en büyük başarısıdır herhalde bu sezon. İtalyanlar için ise tam bir kabus.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Real vezir, Inter rezil


2 takımında ligde umudu kalmadı. İki takımında ilk hedefi Şampiyonlar Ligi. Ancak biri daha çok istiyor. Inter, bu sene bir çok sorunla uğraştı, hala da uğraşıyor. Sezon ortasında teknik adam değiştirdiler. Sakatlardan 11 kuracak hale geldiler. Geçen sezonun başrol oyuncuları bu sene sakatlıklar yüzünden ortada yok. Hafta sonu Milano derbisindeki darbe değilmiş, bugün belli oldu. Şampiyonlar Ligi tecrübesi neredeyse Bursaspor kadar olan Schalke, Milano'da Inter'i paramparça etti. Raul başta olmak üzere, Leonardo'nun karizmasını, kredisini yerle bir ettiler. Bir hava katmıştı Brezilyalı ama 2 büyük maçta sınıfta kaldı. Geçen sezonki savunma göbeği sakat olduğundan çok dengesiz Chivu-Ranocchia ikilisi olsa da geride bahane değil Schalke'den 5 yemek için. Bu sezonun golü de güme gitti, 5 gollü mağlubiyette. Stankovic 50 metreden anormal bir gol attı. Görmeyenlere tavsiye ederim.

Diğer maçta ise Real Madrid,Şampiyonlar Ligi'ni ne kadar çok istediğini gösterdi Tottenham karşısında. Adalı rakibini Premier Ligden yeni gelen Adebayor'la geçti. Togolu ilk 2 golle bitirdi Tottenham'ın işini. Crouch'un daha ilk yarıda takımını 10 kişi bırakması da tuz biber oldu tabi. Madrid halkı daha şimdiden yarı finalin havasına girmişti. Aşağıda görüldüğü gibi Bernabeu'nun duvarlarına asıl hedefi göstermişler şimdiden. Bu maçta da müthiş bir gol vardı. Di Maria adeta dans eder gibi kıvrak hareketler ve mükemmel bir vuruşla Tottenham'ı nakavt eden golü attı. Real'de sakatlar iyileşiyor. Özellikle oyuna sonradan giren Kaka, hem çok iyi oynadı hem de Ronaldo'ya müthiş bir gol attırdı. Nisan'da oynanacak 2 Barça maçı öncesi Mourinho'nun da yüzü gülmüş oldu.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Dikkat dağıtıyorlarmış


Bu fotoğraf bir NFL yada NBA maçından değil. İngiltere Championship'te mücadele eden Crystal Palace maçlarından. Ancak taraftarların bu güzel amigo kızlara itirazı varmış. Takımlarının ligde kalma savaşı vermesinin sebebini bir taraftar şöyle açıklıyor: ''Oyuncular maçtan önce amigo kızları seyrettiği için konsantre olamıyorlar.''

3 Nisan 2011 Pazar

Fifa Virüsü kırdı geçirdi...


Böyle haftaya böyle başlık diye düşündüm. Fifa virüsü der dururuz ama böyle bir hafta denk gelmemiştir herhalde. Milli takıma fazla oyuncu veren kulüpler bu hafta bitkin düştü, yatalak oldu. İngiltere'de Manchester United, ilk yarı etkilendiği virüsün etkisinden çok çabuk kurtuldu. Maçı kazanarak liderliğini sürdürmedi sadece. Virüsün daha çok etkilediği rakipleri kazamayınca bu hafta puan farkını açtı çok rahatladı. Arsenal'e inanamıyorum zaten. Hala hafta içi şampiyonluktan bahsediyorlardı. Şöyle bakıyorum geriye.Son 3 lig maçında evinde Sunderland ve Blackburn ile deplasmanda West Bromwich ile berabere kalmış,utanmadan şampiyonluk diyorlar. Chelsea ise kazansa hala yarışın içinde. Yine de bir nebze anlaşılır olmasına rağmen Stoke ile berabere kalıyorlar. Ama oyuna bak, vurdumduymaz bir halleri var.

İspanya'da Real Madrid, mutlaka kazanması gereken bir haftaya çıkıyor. Rakip Sporting Gijon ama evinde mağlup oluyor. Ne kadar eksik olursa olsun kabul edilemez bir sonuç. Öte yandan Barcelona burada puan kaybetmiyecekte nerede yenilecek diyorsun, böyle bir haftada Fifa virüsüne 3 kurban vermesine rağmen sahaya çıkıp bu zor deplasmanda kazanıyor ve puan farkını 8'e çıkartıyor. Ne denir, helal olsun. Aslında bu milli takım aralarından sonra en saçma sonuçlar Almanya'dan çıkar ama bu sene aşıyı bulmuşlar herhalde ki çok garip bir skor çıkmadı. Fransa'da PSG ve Rennes evlerinde favori oldukları maçlarda puan kaybettiler ama buna Fifa virüsü mü neden oldu yoksa Fransa liginin normal hali mi karar veremedim.
Ülkemizde ise aradan önce önüne geleni deviren Gaziantep ve Eskişehir bu hafta puan kaybettiler. Trabzon ise Konya çok kötü olduğu için kazandı. Yoksa bir hayli kaşındılar aslında maç içinde.Bakalım yarın ters bir sonuç çıkacak mı, beklentilerin aksine. Yoksa cumartesi yeterli olacak mı virüsün etkisi için.
Not: Pazar günüde Fifa virüsü ülkemizde tüm şiddetiyle devam etti. Fenerbahçe, Kadıköy'de Bursa'yla berabere kaldı. Milli takıma en çok oyuncu veren (Afrikalılar binlerce kilometre yol yaptı, A milli takımımızda özellikle Gökhan Gönül çok yoruldu vs.) kulübümümüz milli maç arasından sonra puan kaybetti. Pis bir virüs bu be:))

2 Nisan 2011 Cumartesi

9 yıllık rekora elveda


Buraya kadarmış. Jose Mourinho'nun çalıştırdığı bir takım 9 yıl aradan sonra evinde kaybetti. Jose'nin son iç saha mağlubiyeti 23 Şubat 2002'de Porto'nun başındayken Beira Mar'a karşıydı. O zamanda Mourinho, Porto'nun başına geçeli henüz 1 ay olmuştu. Belki herkes bu rekorun devam edip etmeyeceğini Barcelona maçıyla test edecekti ama olmadı. Sporting Gijon, önemli isimleri eksik olan Real Madrid'i Bernabeu'da 1-0 mağlup etti. Ronaldo, Benzema, Marcelo, Xabi Alonso yoktu. Pepe'yi de yedek soyundurunca Mourinho, Real Madrid iskeletinden yoksun çıktı sahaya. Ne yalan söyleyeyim işin esprisi, Mourinho bilerek yenildi dedim Gijon'a. Şampiyonlar Ligi ve Barcelona maçları öncesi takımı rahatlatmak için. Malum bu sezon Real Madrid'in rakiplerini motive etmek için kullanılan 1 numaralı araç Mourinho. Ne dese ne yapsa bin katarak yayınlıyor İspanyol medyası. Barcelona'nın bir numaralı motivasyonunu elinden aldılar diye gülüştük arkadaşlarla. İşin esprisi bir yana lig bitti İspanya'da. Bu yazıyı yazarken Villareal-Barcelona maçı oynanmamıştı. Düşünün Barcelona bu yarıda oynayabileceği en zor maça çıkıyor deplasmanda. Siz evnizde sıradan bir takıma mağlup oluyorsunuz. Bu saatten sonra Real'in şampiyonluk şansından bahsetmek komik olur. Ben çok daha önce dedim lig bitti diye ama yine de matematiksel gerçekler ve şampiyonlar ligi trafiği nedeniyle çokta emin değildim. Ama artık rahatlıkla söyleyebilirim ki iş bitmiştir.