29 Nisan 2012 Pazar

Hakem Enflasyonu - Bank Asya 1. Lig

Bank Asya 1. Lig'de sezon sonu yaklaştıkça peşi sıra Süper Lig'e yükselmek adına önemli maçlar oynanmakta. Bugün ( 29.04.2012 ) oynanan maçlar arasında gezinirken dikkatime çarpan bir durum beni bu yazıyı yazmaya itti. Malumunuz yıllardır yetenekli genç hakem yetiştirememekten şikayetçiyiz. Uğur Meleke bile hafta arasında Cüneyt Çakır'ın yönettiği Barcelona - Chelsea  maçınından sonra " Keşke, Fırat Aydınus'a daha erken FİFA kokartı verebilseydik, O da buralara gelebilirdi. " diye yazdı. Hem fikiriz ki Aydınus trenini kaçırdık; peki ya yeni Aydınusların treni ne alemde ?

Bilgiç liglerimizin genç hakemlerinden.
MHK sağ olsun sezon başında Play-off kararı alınırken hiç düşünüp iki kelam etmediği için bu dönemde elinde olan düzenli Süper Lig hakemlerini ne yapacağını şaşırdı. Fırat Aydınus, Kamil Abitoğlu, Suat Arslanboğa, Deniz Çoban, Yunus Yıldırım haftalardır Bank Asya 1. Lig'de maç yönetiyorlar. Hatta Deniz Çoban bu hafta 2.Lig'de oynanacak 1461 Trabzonspor - Bandırmaspor maçına atandı. Bank Asya 1. Ligin'de düdük çalan isimler ise 2. ve 3. Liglere hatta Amatör Küme Yükselme gruplarında maç yönetmek zorundalar. Daha alt kategoride olanlar ise hafta sonlarını evlerinde maç izleyerek geçiriyorlar. Bu hakem atamalarına kenardan bakıldığında durum memnun edici gözükebilir, keza Süper Lig ve Avrupa Kupaları tecrübesi yaşamış hakemlerin Bank Asya 1. Lig'de yaşanan rekabeti daha adaletli hale getirebilir. Fakat bu atamalara kuş bakışı bakarsak neden zamanında Aydınus trenini kaçırdığını anlayabiliyoruz. MHK Süper Lig hakemlerini Bank Asya 1. Ligde görevlendirerek Bank Asya 1.Ligin hakemlik sistemi açısından önemini 0' (sıfır ) a indiriyor. Daha alt kategorilerde nispeten dikkat çeken hakemleri Süper Lig'e hazırlamak için en güzel zemin değil mi Bank Asya 1. Lig ? Bu yönden hakemlerin fizik kalitelerini, yabancı oyuncular ile diyalogları için ilk test yeri özelliği taşımasına rağmen MHK hala yaşları ilerlemiş ve hakemlik mesleğinde gelecekleri olmayan ve ( lütfen kusura bakmasınlar - bu işi çoğu para için yapan ) hakemleri Bank Asya 1. Lig'de görevlendiriyor. Yoksa ülkemizin en umut vaat eden hakemi Kutluhan Bilgiç ile Aytekin Durmaz'ın benzer sayıda maç almalarının açıklaması ne olabilir. Aytekin Durmaz ve türevlerinin Türk Futboluna verecek neyi kalmış olabilir ki.

Türk Futbolunun çoğu bölgesinde olmadığı gibi Merkez Hakem Kurulunda'da bir sistemimiz maalesef yok. Fırat Aydınus geçtiğimiz senelerde yaşadığı sallantıyı seneye de yaşarsa Cüneyt Çakır'ın yanına aday bir ismimiz var mı ? Benim yok.. Bülent Yıldırım mı ? Hadi canım güldürmeyin beni..

26 Nisan 2012 Perşembe

Şampiyonlar Liginin Yarısı elendi.. Barcelona - Real Madrd

Şampiyonlar Ligi Yarı Finalleri geride kaldı ve Chelsea ile Bayern Münih rakiplerini eleyerek Allianz Arena'da oynanacak finale adlarını yazdırdılar ; tebrikler...Biz gelelim iki elenen takıma ; Barcelona ve Real Madrid.

Fabregas çıkması gereken son oyuncuydu.. bence..
Kuşkusuz pazartesi akşamı hemen herkes Barcelona - Real Madrid finali bekliyordu Şampiyonlar Liginde ama olmadı. Barcelona yine oyuna hakim olduğu ve penaltı dahil çokça gol pozisyonundan yararlanamadığı maçta yine 2 kontra atak golü yiyerek elendi. Barcelona'nın yenilmesi için geçerli tek yol olan İlahi güçler + takımınızın kontra atak yeteneği üst üste 3. maçında da bir araya gelmiş oldu. Guardiola'nın oyuncu değişiklikleri geride kalan 3 maçın tartışılacak en önemli konusu. Teknik direktölük kariyerinde 4. yılı yaşayan ve bu 4 yıla koca bir ömür sığdıran Guardiola'nın öğrenemediği ve geliştiremediği tek konu olabilir " oyuncu değiştirme becerisi ". Çünkü bu geçen 4 senede Barcelona kazanmak için oyuncu değiştirmek zorunda o kadar az kaldı ki Guardiola bu tarz bir değişikliğin ne anlam ifade ettiğini bile bilmiyor olabilir. Chelsea maçında Fabregas'ın yerine Keita'nın oyuna girişi bu belirsizliğin en belirgin hali. Çünkü ceza sahasına koşu yapma konusunda dünyanın en önemli oyuncularından biri olan Fabregas'ın oyundan çıkması ile ceza sahası çevresinde yapılan baskı bir derece anlamsızlaşmış oldu. Şüphe yok ki Guardiola Keita'yı oyuna alarak onun arkadaşlarına nazaran daha güçlü oldu hava üstünlüğünü kullanarak kanatlardan gelecek ortalar ile bir çeşitlilik yaratmayı ummuştu ama o da pek işe yaramış sayılmaz. Tabii ki kaçırılan penaltı ve goller yanında bu ufak bir ayrıntı gibi gelebilir ama eğer Guardiola bir gün Barcelona'dan ayrılacaksa başını en çok ağrıtacak konu bu oyuncu değişiklikleri olacak yeni takımında.

Robben - Ribery ikilisi beklenilenin üzerinde oynadı.
Madalyonun öbür yanı, yani Real Madrid için ise durum daha takım odaklı. Sıkıntılar Barcelona aksine lokal değil genel. Mourinho'nun takımı dünya üzerinde 4-2-3-1 ve türevleri ( 4-4-1-1 ) ile oynayan tüm takımların yaşadığı sorunların benzeri ile boğuştu durdu. Oyunu rakip sahada oynar iken öbür galaksiden gelmişcesine etkili fakat kendi yarı sahalarına çekildikleri zaman ise 1970lerden fırlamışcasına verimsiz oluyorlar. Oyun merkezini rakip takımların pas kaliteleri ve oyun stratejileri belirliyor. Hafta sonu Barcelona ve dün de Bayern Münih karşısında kendi yarı sahalarına kitlenip kalmaları, rakiplerin orta sahadaki pas alışverişlerini bir iki parlayan atak dışında kıramamaları, galibiyetlerini süperstar performanslarına yada rakip takımların bireysel hatalarına endeksliyor. Bu düzeyde takımların iç saha maçlarında geçerli olması gereken otomatik oyun hakimiyeti anlayışı Morinho'nun sistemi ile default olarak gerçekleşemeyince son 30 dakika adeta gol yemeyi bekler haldeydi Santiago Barnebau. Takım olarak gol yemeleri durumunda elenmeleri neredeyse kesinleşecek ( çünkü 4-2 gerekiyordu ) halde bile oyun merkezini en azından orta sahaya taşıyamayan Real Madrid sadece Barcelona maçlarına özgü olduğunu sandığımız bir durumu bu sefer Bayern'e karşı yaşadı. Geçen yaz yazdığım yazımda Mesut bu denli formda iken bu dizilişten vazgeçmeyeceğini düşündüğüm Jose Mourinho, gelecek sezon sistemde bir değişiklik yapmak zorunda. Çünkü benzer güçlü rakipler ile ne zaman karşılaşsalar yukarıdakine benzer bir sorun karşılarına çıkıyor.

Daha Şampiyonlar Ligi Finali'ne çok var. Şimdilik kaybedenleri yazdım, 17 Mayıs'a yakın bir de kazananlar değerlendirmesi yapmak ümidi ile...

Herkese sağlık dilerim, saygılarımla..

23 Nisan 2012 Pazartesi

Bir felsefe bir maçla yıkılmaz - Zaafı olmayan güç olmaz

Play-off öncesi yazmıştım bir şeyler, birbirine yakın kalitede takımlar arasında oynanan maçlarda oyun - skor dengesi olmayabileceğini söylemiştim. bkz. futbolsadecefutboldegildir.wordpress.com Önce Barcelona - Real Madrid sonra Galatasaray - Fenerbahçe maçları benzer şekilde geçti. Galatasaray oyun olarak sürklase ettiği Fenerbahçe'ye, Barcelona ise alışık oyunlarından birini sergilemediği halde üstünlük kurduğu Real Madrid'e yenildi. Hem de benzer birer ikinci golle. 

Bu oyun - skor dengesizliği ise futbolun bugünlerde neden bu kadar sevildiğinin göstergesi olarak kabul edilse bile bunun saha içinde bir izahı olmalı, en azından kaybeden takım açısından. 

Çoğumuz hatırlarız 2010 yılında oynanan ve 3-1 sonuçlanan İnter - Barcelona maçını. İlk yarı 1-1 sonuçlanmış, maçın ikinci yarısının en iyi özetini ise Xavi Hernandez yapmış ve " beraberliği ve 2-1 mağlup olmayı kendimize yediremedik " demişti. Maçı İnter, önce kontraataktan sonra rakibi çıkarken kaptığı top ile bulduğu 2 golle 3-1 kazandı. Hemen hepimiz biliyoruz ki Barcelona istediği taktirde o maçı 1-1 bitirebilir ve Nou Camp'a çok avantajlı çıkabilirdi. Yapmadı... Barcelona yıllar yılı onun isminin altına kazınan hüviyetin dışına çıkmadı. Şimdi geri dönüp baktığımıza görüyoruz ki o gün bir maç kaybettiren kimlik Barcelona'ya bir tarih kazandırdı.  Ve rakipleri Barcelona'ya 2005'ten bu yana Şampiyonlar Ligi yarı finallerinde elendiği maçlarda sadece kontra atak, duran top ve uzaktan şut ile gol atabildi.

Pazar günü Seyrantepe'de oynanan maçın skorundan bağımsız bir kazanan var elbet. Tabi ki Fenerbahçe 3 puanı aldı ve bu yıl için bir avantaj elde etti. Fakat Galatasaray 1996'da yine Fatih Terim ile çıktığı benzer yürüyüşün başında olduğunu bir kez daha gösterdi. Sahada oynanan oyun Galatasaray'ın yeni yıllara 4-4-2 önderliğinde çıkabileceğini, pozisyonel olarak hangi tür oyunculara ihtiyacı olduğunu ve en önemlisi takımın kimliğinin ne olduğunu gösterdi. Fenerbahce cephesinde ise Kocaman problemler olduğu açık. Yaklaşık 6 senedir benzer formasyonda oynayan takımda halen gelecek sene için pozisyon - oyuncu özellikleri seçimleri ve hangi oyuncuların gelecek sene takımın bir parçası olacağı konusunda belirsizlikler var. Çünkü Daum ile temelleri atılan Zico ile zirve yapan, daha sonraları standart üzerine pek çıkamayan kontrol - pas oyunu gün be gün geri gitmekte. Kaldı ki bu geri gidiş oyuncu kalitesi yönünden açıklanabilecek bir türde de değil. Sorun, Fenerbahçe'nin; karşısına biraz önde basan, oyunu rakip sahaya yıkabilen ve pas kalitesi yüksek olan bir takım çıkınca, kendi sahalarına kapanmaktan başka çareleri kalmıyor ve karşı bir çözüm üretemiyor oluşu. Geçtiğimiz sezon Alex'in insanüstü performansı sayesinde çözülebilen deplasman fobisinin temel sebebi bu olsa gerek. 

Semih Kaya 
Terim'li Galatasaray'ın ise bir yılda bu denli gelişim göstermesi ise ilginç. Rakip kim olursa olsun önde basan, oyunu hep rakip yarı sahada oynamaya çalışan, kanat beklerinin de gelmesi ile rakip sahada 8 kişi kalmaya çalışan bir strateji peşindeler. Bu oyun, rakibe kimi zaman öyle baskı yaratıyor ki rakip oyuncular 3-5 metre öteye pas atamaz oluyorlar, Galatasaray'ın beraberlik golü sonrası yaşanan 5-10 dakikalık periyot bu abandone süreci. 70 dakika sürekli sizin karşınızda top çeviren ve mütemadiyen pozisyona giren rakibiniz karşısında mental ve fizisel olarak çöküş anları. Maçın tüm dakikalarını kontrol etmek isteyen bu oyun tarzının  en büyük handikabı ise kontratak; kimi zaman savunma oyuncuları o denli oyundan uzaklaşıyorlar ki savunma arkasına atılan uzun toplar ciddi tehlike yaratabiliyor.

İşte pazar günkü Galatasaray gibi oynamak istiyorsanız arada sırada bu şekilde kaybetmeyi göze alacaksınız. Tabii yıllarca kazanmak istiyorsanız...



19 Nisan 2012 Perşembe

Kim kaç eleme oynayacak ? - Play-off karmaşası - Kamil Grosicki - Serdar Kesimal

Kamil Grosicki - Polonya Milli Takımı
Türkiye Kupası yarı final maç tarihleri açıklandı. Bursaspor ile Eskişehirspor final için İzmir'de karşı karşıya gelecekler. Avrupa Ligi Grubunda da mücadele eden iki takımdan Finalist olan Fenerbahçe'nin Karabükspor'u eleyip finale çıkması halinde gelecek sezon Avrupa Ligi'ne katılmayı neredeyse garantilemiş olacak. Çünkü finalde kaybetseler bile Fenerbahçe %99 Şampiyonlar Ligi katılımcısı olacağı için Türkiye Kupası bileti onlara kalacak. Bir gariplik ise Eskişehir yada Bursaspor'dan Türkiye Kupasında finale kalan takımın aynı zamanda da Avrupa Ligi Play-off grubunu lider bitirmesi halinde ortaya çıkıyor. O durumda, Şampiyonluk grubu 4.sü maçlar oynanmadan Avrupa Ligi bileti almış oluyor. Henüz Play-off karmaşası içinde net kurallar belirlenmediği için yukarıdaki karışık tabloda kimin doğrudan katılacağını, kimin 1 kimin ise 2 ön eleme oynayacağını kestiremiyoruz. Tahminim Federasyon Yönetimi de böyle bir tablo ile karşılaşmak istemiyordur. Çünkü tur meselesinde çokça kıyamet kopar. Bu konu ile ilgili Uğur Meleke yazı yazmıştı ama henüz bir adım yok, ya da var benim gözümden kaçtı.

Uzun zamandır hakkında bir şeyler karalamak istediğim bir adam var ; Kamil Grosicki .. Polonyalı geçen sezon devre arasında Sivasspor'a transfer olmuştu. Türkiye'ye Kayserispor ile sözleşme imzalamak için gelen Grosicki, Kayserispor'un uzun süredir uğraş verdiği Nordin Ambarat transferini gerçekleştirmesi ile önce Ankaragücü ardından Sivasspor ile görüşmüş ve hayatının bugüne kadar önemli seçimini yaparak Sivasspor ile anlaşmıştı. ( Ankaragücün'deki karışıklıktan dolayı ) Aradan geçen 1.5 sezonda görüldü ki Grosicki, Amrabat'ın Kayseri'ye verebildiklerinden daha çok şey kattı takımına. Hızı, uzaktan şut yeteneği, hem sağ hem de sol kanatta görev alabiliyor olması Grosicki'nin en büyük avantajları. Özellikle Rıza Çalımbay'ın geniş saha oyunu ile performansı iyiden iyiye artan Polonyalı oyuncu yaz transfer döneminde takıma iyi paralar kazandırabilir. Polonya Milli Takımında da düzenli forma giyen ve EURO 2012'de ilk 11 oynaması beklenen Grosicki Türkiye'de parlayan oyuncular listesine girebilir. Bir not: Grosicki Terim'in istediği çabuk ve iki kanatta da oynayabilen oyuncu profiline çokça yatkın.

Serdar'a en çok koyan ise Bekir tarafından kesilmek olsa gerek.
Serdar Kesimal ; benim Fenerbahçe transferi öncesi en çok beğendiğim savunma oyuncularından biri idi. Almaya'dan aldığı eğitim ve Kayserispor'da elde ettiği tecrübeler ile Milli Takımın gelecek 10 yılı için Leverkusenli Ömer Toprak ile en güçlü stoper adayıydı. Sezon başı geçirdiği sakatlık ve sonrasında arda ardına yaptığı önemli hatalar Serdar'ı şimdilerde kulübeye mahkum etmiş gözüküyor. Benim asıl şaşırdığım ise Aykut Kocaman'ın Serdar'dan bu kadar kolay vazgeçmesi. Çünkü şimdilerde Bekir'den beklediği topu oyuna yerden sokma ve hücuma dahil olmak Serdar'ın belki de en belirgin özellikleri, hatta onu Fenerbahçe'ye getiren özellikler. Ben onu  oyun tarzı olarak Brezilyalı Lucio'ya benzetiyorum.Serdar da hiçbir zaman savunma özellikleri ile ön plana çıkmadı.  Bu uzun süreli oynamama periyodu ise Serdar'ın Milli Takımdaki potansiyel yerini Semih Kaya'ya kaybetmesine sebep oldu. Onun tekrar takıma dönmesi ise doğrudan Kocaman'a bağlı keza Serdar tarzında topla oynamayı seven savunmacılar maç temposundan uzaklaştıkça topla saha içindeki rahatlıklarını kaybederler, bu da zaten olmayan savunmacı kimlikleri ile sıradan bir oyuncu yapar. Öyleyse Fenerbahçe milyon euroları neden verdi ?

16 Nisan 2012 Pazartesi

Hagi'den Emre'ye - Mal Sahibine Çekermiş

Dünkü maçın devre arasında atmıştım aslında yazımın başlığını, " Colman Klasiği - Mental Çöküş " olacaktı. Maçın ikinci Colman'ın yaptıkları benim yazıma hem tuz hem de biber görevi görecekti. Şenol Güneş'in devre arası Arjantinliyi neden çıkarmadığınından, Colman'ın saha içi pozisyonundaki manasız değişimden falan bahsedecektim. Ama olmadı...

 

 Maç bittikten sonra adetim olmasına rağmen tüm açıklamaları dinlemedim, odama geçip bilgisayarımı da kapattım. 2 saat sonra ise ortalık Emre Belözoğlu'nun maç sırasında Didier Zokora'ya söylediği sözler ile çalkalanıyordu. İlk refleksim Goal.com International'ı açmak oldu. Çünkü haber eğer orada geçtiyse artık uluslararası boyuta ulaşmıştı. İşte o an yazıma bu başlığı koymaya karar verdim;
" Hagi'den Emre'ye - Mal Sahibine Çekermiş "
Emre Belözoğlu'nun saha içi karakteri konusunda hepimizin benzer bir görüşü var. Onu sahada farklı kılan azmi ve hırsı kontrol edilemeyince ona tuzak kuran canavarlara dönüşebiliyorlar; Emre sinirin kurbanı olup, en başarılı maçlarını, en başarılı aylarını bir çırpıda kendi eliyle siliveriyor tarih sahnesinden. Onun, futbolu bıraktıktan sonra bırakacağı en büyük miras " koskocaman bir musibet hikayesi " olacak gibi. Son yıllarda çokça örnekleri gördüğümüz bu karakterin kaynağı ise yıllar önce Boğaz'ın Karşı yakasında hocası olan bir başka futbolcuydu Emre'nin ; Georghe Hagi...
Hagi'nin futbolculuk kimliğini oturttuğu basamaktı agresiflik. O eşsiz yetenekleri sahada içsel bir kavga yarattığı, kendi kendine savaştığı zamanlarda ortaya çıkardı. İşte o bıçak sırtı dünyası Hagi'yi hem dünya tarihinin sayılı oyuncularından biri yaptı hemde kendisini en büyük olmaktan, en önemli maçlardan mahrum etti. Can Dündar'ın dediği gibi " hem sığınak hem de tuzaktı. "
İspanya'da Türkiye'de Romanya'da Milli Takımlarda neler yapmadı Karpatların Maradonası ; Hakemlere tükürdü, sahada oyunculara yumruk attı, antrenörünün üzerine yürüdü...


Emre'nin yaptığı  tam da bunların birer gömlek altları.. Yani Emre, ne hocası Hagi kadar büyük futbolcu olabildi ne de onun kadar saha içi skandal yaratabildi. Hagi'nin aksine O,anca hakemleri itebildi, rakiplerine boğazlarını sıkma hareketi yapabildi, antrenörüne karşı gelebildi... Çünkü en iyi Emre'nin kendisi biliyor ki yapabileceği her şey ona gösterilecek müsamaha kadar. O müsamaha bugüne kadar ettiği küfürlere, milli takım maçında dahi ettiği kavgaya, rakiplerine attığı tekmelere göz yumdu. Ama bugüne kadar.. Bütün dünya ırkçılık karşıtı tüm yolları denerken, Amerikan halkı renk belirtmesin diye yeni isimler üretirken Milli Takımımızın  yıllarca kaptanlığı yapmış bir adamın ne kadar sinirli olursa olsun söyleyemeyeceği şeyler vardır; işte Emre'nin dün söylediği iddia edildiği, ardından Emre'nin de söylemedim diyemediği sözdür...

Saygılarımla..


14 Nisan 2012 Cumartesi

Hoşgeldim..

Hogeldim..Blogda ilk değerlendirmemi İBBSpor - Eskişehirspor maçının ardından yazacağım. Fakat öncesinde aylar öncesi yazdığım biri Alper Potuk diğeri ise İBBSpor hakkında yazdığım yazıları sizlere sunmak istedim.
Görüşmek üzere..

http://futbolsadecefutboldegildir.wordpress.com/2012/01/07/mourinho-geri-evirme-ve-alper-potuk/

http://futbolsadecefutboldegildir.wordpress.com/2011/09/28/football-club-de-ibb-iste-bizim-barca/