31 Mayıs 2011 Salı

Uçakta...


Sergio Ramos'un Twitter'ından bir resim.Takım deplasmana gidiyor.Takımın fırlamaları bu karede belli oluyor.En komiği de arkadan kafasını çıkaran Ronaldo bana göre.

Paul Scholes'tan veda...


Bir efsane daha yeşil sahalara veda etti bugün. Zinedine Zidane tarafından jenerasyonunun en iyi orta saha oyuncularından biri olarak gösterilen Kızıl Prens lakaplı Paul Scholes, 20 yıllık kariyerini sonlandırdı. Bir sözlükte yer alsa herhalde Paul Scholes’u anlatan en güzel sözcükler şunlar olurdu: Bir United efsanesi, bir istikrar abidesi, saha içinde durmak bilmeyen bir dinamo, ince pasları, müthiş şutlarıyla tam bir winner. Son dönemde Scholes ile beraber oynama şansı yakalayan Michael Owen da bugün Twitter’dan ‘’Gezegende kimse onun kadar güzel pas atamaz. Her gün antrenmanda onu izlemek büyük bir keyifti. Gerçekten inanılmaz bir kariyer.’’diyerek efsaneye olan hayranlığını açık bir şekilde belirtmiş. Scholes’u anlatmaya, övmeye kelimeler yetmez. O yüzden Kızıl Prensin kariyerine şöyle bir göz atalım;

Tüm kariyerini Manchester United’ta geçiren tam ismiyle Paul Aaron Scholes, 16 Kasım 1974’te Salford’ta dünyaya geldi. 14 yaşında ilk antrenmanlarına başladı. 1991 yılında Genç takıma seçildi ve takımıyla Gençler Federasyon Kupası sevinci yaşadı. 1993 yazında Alex Ferguson tarafından A takıma seçilen yıldız oyuncu ilk resmi maçını oynamak için bir sene beklemek zorunda kaldı. Manchester United’ın duble yaptığı 1993-1994 sezonunda hiç forma giyemeyen Scholes, A takımla ilk maçına 24 eylül 1994’te İpswich Town karşılaşmasıyla çıktı. 2 gole imza attığı bu maçla Ferguson’un gözüne girmeyi başaran genç İngiliz sezon boyunca 17 karşılamada forma giyerek 5 gol kaydetti. İlk kez Premier Ligde forma giyme sevincini yaşayan Scholes, ligde Blackburn Rovers’a ve Federasyon Kupası finalinde Everton’a kılpayı kaybedilen şampiyonlukları da çok fazla önemsemedi.

Bir sonraki yıl Manchester United için tek kelimeyle muhteşem geçerken takım ligi Newcastle United’ın önünde zirvede bitirdi. Federasyon Kupası finalinde de ezeli rakipleri Liverpool’u tek golle geçmeyi başarıp duble yapmayı başaran United’da artık daha fazla forma şansı bulmaya başlayan Genç Scholes 26 maçta 10 gole imza attı. 1997-1998 sezonu bir kez daha Kırmızı Şeytanların zaferiyle biterken Scholes bu kez 24 maçta forma giyip ve 3 gol attı. Bir sonra ki yıl ise artık takımın değişilmez ismi olan Kızıl Prens 31 maçta sahaya çıkarken 8 gol kaydetti. Ancak takım ligi Arsenal’in arkasında ikinci sırada bitirdi. 1998-1999 sezonu Kırmızı Şeytanların İngiltere ve Avrupa’yı salladığı yıl oldu. Premier ligde şampiyonluğu ilan eden Manchester United, Federasyon kupasında da Newcastle United’ı devirerek son yıllarda Britanya’nın en büyüğü olduğunu bir kez daha ispat etti. Bunlardan daha önemlisi 31 yıldır hasret oldukları Avrupa şampiyonluğu unvanı vardır ve rakip Alman devi Bayern Münih’tir.

Paul Scholes ise yarı Finalde Juventus karşılaşmasında kart cezalısı durumuna düştüğü için rüyalarını süsleyen bu muhteşem finalde oynama şansını kaçırıyordu. Ferguson ve öğrencileri, Bayern Münih’i son saniyelerde gelen iki golle devirip kupaya uzanırken Kızıl Prens finalde oynayamasa da turnuva boyunca yaptıklarıyla bu başarıdaki en güçlü halkalardan biri oldu. 1999-2000 sezonuna Palmerias’ı yenerek Kıtalararası Kupa zaferiyle başlayan Kırmızılar yıl sonunda da Premier Ligi zirvede kapatarak İngiltere’nin yine tozunu attı. Paul Scholes ise istikrarını bozmayarak 31 maçta forma giyip 9 da gol kaydetti. 2000-2001 sezonu üst üste üçüncü kez kırmızı şeytanların zaferiyle sonuçlanırken bir sonra ki yıl şampiyonluk serisi Arsenal tarafından bozuldu. Paul Scholes ise artık takımın efsane oyuncuları arasında sayılmaya başlanmıştı.

Sonraki yıllarda da Kızıl Prensin performansında bir değişiklik olmadı. United arada 2 kez Arsenal’e 3 kez de Chelsea’ye şampiyonluğu kaptırsa da Scholes, sahada olduğu her dakika en iyisini yapmaya devam etti. Bu anlardan birisi de hiç kuşkusuz 2008’de Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Barcelona filelerine attığı muhteşem golle Manchester United’ı finale çıkardığı dakikaydı. Kırmızı Şeytanlar o sezon Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken Scholes 1999’da buruk bir şekilde yaşadığı sevinci bu kez doyasıya yaşar. Kızıl Prens adına bir başka unutulmaz anda 2006-2007 sezonunda yaşanır. Ferguson’un talebeleri ligde önüne geleni adeta ezip geçerken İngiliz yıldız Ekim ayında Liverpool karşılaşmasıyla Manchester United tarihinin unutulmazları arasında ki yerini resmileştirir. Ezeli rakiplerini 2-0 mağlup ettikleri maçla birlikte 500. kez Kırmızı şeytanların formasını giyen İngiliz yıldız bu onura ulaşan dokuz futbolcudan biri olurken galibiyeti getiren gollerden birine imza atar.

İşte United efsanesi Paul Scholes’un başarılarla dolu hayat hikayesi. Çocukluğumdan bu yana Oldham taraftarıyım diyen Paul Scholes oyunculuk kariyerini de bu kulüpte noktalamak istiyordu ancak olmadı. United tarihinin unutulmazları arasında kariyerine son veren Scholes arkasında 10 lig, 3 FA Cup, 2 Lig Kupası, 2 Şampiyonlar Ligi, 2 Kıtalar arası Kupayla inanılmaz bir müze bıraktı.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Buyrun Sampdoria'nın cenazesine...


Oktay Kaynarca, Kurtlar Vadisi'ndeki Çakır rolüyle ölünce, dizinin hayranları bir cenaze töreni düzenlemişti hatırlarsınız. Türkiye'de akıllı insan yok mu sorusunu sordurmuştu bana bu durum. İtalya'da da buna benzer yalandan bir cenaze töreni hazırlandı. Ama bu kez üzüntüden değil, sevinçten. Kahkahalar atarak, gülmekten ölene kadar. Biliyorsunuz geçen hafta Serie A sona erdi. Brescia ile Bari'nin düşmesi normal karşılandı. Ancak Sampdoria'nın Serie B yolcusu olması sezon başında kimsenin aklına gelmezdi. Ama sezon içinde yaşadıkları sıkıntılar, devre arasında Cassano ve Pazzini'nin takımdan ayrılması filmin sonunu ufaktan belli ediyordu. Futbolseverlerin çoğu bu dramatik ayrılışa üzüldü belki ama bir kesim hariç. O da ezeli rakip Genoa taraftarları. Yıllarca Serie B'de sürünmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyor Genoalılar. Çıkana kadar da analarından emdikleri süt burunlarından geldi. Şimdi Genoa taraftarı ezeli rakiplerinin de aynı kaderi paylaşmasından son derece mutlu bir şekilde kendilerinden geçiyorlar. Hatta geçtiğimiz günlerde 30 bin Genoa taraftarı ezeli rakiplerinin ligden düşmesini düzenledikleri bir cenaze töreniyle kutladılar. 30 bin Genoalı sokaklarda ellerinde Sampdoria bayrağı sarılı tabutla, yalandan bir Kardinal, Rahibe önde arkada insan seliyle kıldılar cenaze namazını. Hatta son hafta içeride Cesena'yla oynadıkları maç sırasında da 5 dakika sessiz kalarak güya Sampdoria'nın acısını paylaştılar. Genoa-Sampdoria derbisi dünyanın en renkli derbilerinden biri diye boşuna söylemiyoruz. İşte bunun en güzel örneği de aşağıdaki video da. Buyrun cenaze namazına...
Not: Bu videoyuda unutmuşum arkadaş hatırlattı. 3 sene kadar önce Elazığ küme düşünce Malatyalılar bir cenaze töreni hazırlamıştı. Onu da ekledim. Ama Genoalıların ki daha profesyonel olmuş:)

29 Mayıs 2011 Pazar

Barcelona:3 Manchester Utd:1/Çok rahat oldu


Koeman’ın golünde reklam bannerının üzerinden atlayarak gole sevinen Johan Cruyff’un öğrencisi Pep Guardiola, tam 19 yıl sonra aynı arsada ancak bu kez yenilenen statta sezonun en büyük kupasını kazanmanın sevincini yaşadı. Hem de 3 sene içinde 2.kez Sir Alex gibi Kurt statüsündeki meslektaşını alt ederek. İkisinde de sahanın mutlak hakimi olarak ve ikisinde de baştan sona üstün oynayarak. ''2 sene önce onları küçümsemiştik, şimdi aynı hatayı yapmayacağız'' diyen Evra’ya, ''2 sene önce çok kötü oynamıştık, bu kez çok daha iyi oynayacağız'' diyen Sir Alex’e en güzel cevabı olması gereken yerde sahada vererek. Ustası Cruyff, 1992’de kupayı kazandıktan 2 sene sonra bir kez daha yaklaşmıştı ama Milan’a çarpılmışlardı. Ancak Guardiola aynı şanssızlığı yaşamadı bir başka Kırmızı Şeytan karşısında. Maçın Wembley’de olması nedeniyle bu kez Barcelona net favori olarak gösterilmedi. Belki biraz da Manchester’ın bu sene Barça’nın zıttı olarak 4 golle, en az gol yiyen takım olmasının da etkisi vardı.

Guardiola, 3 hafta önce şampiyonluğunu ilan ettiği için, ligin son 2 maçına yedek ağırlıklı bir kadroyla çıkmış, aslarını dinlendirmişti. Sir Alex de isterdi aslarını dinlendirmek ama İngiltere’de böyle bir şansı yoktu. Yapsa ağır ceza yerlerdi. Barcelona sahaya Puyol’un son andaki sıkıntısı nedeniyle savunmaya El Clasico’da ki gibi Mascherano’yu koymuştu. Mart ayında karaciğerinden tümör aldıran Abidal sol bekteki yerini almıştı. Diğer isimler ise aynıydı Barça kadrosunda. Merak edilen ise her maça farklı kadroyla çıktığını bildiğimiz Sir Alex’in nasıl 11 çıkartacağıydı sahaya. Barcelona’nın pas trafiğini kesmek için özel bir önlem alacak mıydı? Hiç oralı olmadı Sir Alex. Geri 4’lüsü her zaman ki gibiydi. Orta 4’lü Park-Giggs-Carrick-Valencia şeklindeydi. İleri 2’li de Rooney ve Hernandez. Ferguson, yesem de atarım diye düşünmüş. Çıkarım top oynarım. Real Madrid gibi kapanmam, özel önlem almam demiş.

Maçın başlangıç düdüğü çaldığında da hızlı giren Manchester’dı. İlk şaşkınlıktan, atmosferden faydalanmak istediler ancak fazla uzun sürmedi bu baskı. 10 dakika geçtikten sonra maç eksiği geride kaldı Barça makinesinin. Motor ısındı ve çalışmaya başladı. 27’de Xavi’nin belden su alan pasıyla topla buluşan Pedro, 1-0 öne geçirdi Barcelona’yı. O an anlaşıldı ki Mourinho haklıymış. Barcelona’yı top oynayarak yenmenin imkansız olduğunu gördük. Bunun en azından şu an için bir ütopya olduğunu. Golden sonra klasik olduğu gibi topla oynama oranıyla oyunu soğutmaya başladı Barcelona. Ancak tam o anda şansı yaver gitti Manchester’ın. Maç boyunca yakaladıkları tek pozisyonu gole çevirdiler. Kullandıkları taçtan itibaren çok seri şekilde paslaşarak en son fazlasıyla ofsayt kokan pozisyonda Giggs’in pası ve Rooney’nin vuruşuyla 1-1’i yakaladılar. Devreye böyle girmek çok büyük avantajdı İngilizler adına. Ama sahadaki kadrolar ve diziliş bağırıyordu maçın galibini.

İkinci yarıya aynı hızla başlayamadı Manchester, yada Barcelona izin vermedi. Katalanlar müthiş temposuyla peş peşe pozisyonlar yakalamaya başladılar. Bir ara saha kenarına bir çöp kovası koysanız kesin çıkartırdı biri Kırmızı Şeytanlardan. Nitekim fazla dayanamadılar ama saçmalayan Van Der Sar oldu. 54.dakikada Messi ceza sahası dışından güzel bir vuruş yaptı ama Hollandalı son maçında biraz erken hareket etti gibi geldi bana. Golden sonra yine aynı Barça, yine ortada sıçan. İlk yarıda yaptıkları hatayı bu kez tekrarlamadılar. Daha dikkatli oynadılar ve Villa 69’da son sözü müthiş bir golle söyledi. Barcelona maç boyu son derece üstün oynayarak rahat bir galibiyet aldı. Final heyecanını hiçbir şekilde yaşatmadılar bize. Düşünün 14 şut çekmişler kaleye 10’u kaleyi bulmuş. Manchester ise 3 şut çekmiş biri 3 direği tutturmuş, o da gol zaten. Maçtan sonraki sevinçleri de bunlara alıştık der gibiydiler zaten.

Ancak burada Sir Alex’i 1-2 yerde eleştirmek lazım bana göre. Berbatov gibi sezonun ikinci yarısında kenarda daha fazla otursa da gol krallığını Tevez ile paylaşmış bir yıldızı neden 18’e almadığını anlamadım. Çünkü Chicarito’nun tecrübe eksikliği maç boyunca müthiş belli etti kendini. Çok fazla ofsayta düştü. Maç boyunca nerede duracağını bilemez gibiydi. Giggs’in bu sene yaptıklarına kimse bir şey diyemez ama Barcelona gibi yüksek tempoyla oynayan orta sahaya Giggs biraz ikram gibi oldu bence. Golde son pas onundu ama maçın diğer bölümlerinde hem sahada yoktu hem de Carrick ve Park’ın üzerindeki yükü arttırdı. Hiç değilse ilerleyen dakikalarda düşünülebilirdi belki. Tabi sonuçta mütiş bir kadro farkı var Barcelona ve Manchester arasında. Bu sezon Barcelona’yı tek zorlayan Real Madrid oldu doğal olarak. Aynı onlar gibi çok iyi bir kadroya sahip olması nedeniyle. Manchester’ın bu sezon Premier ligi kazanmasının en büyük nedeni de çok iyi oynamaları yada çok iyi bir kadroya sahip olmaları değildi. Rakiplerinin çok büyük hatalar yapmasıydı Kırmızı Şeytanların şampiyon olmasının nedeni. Zaten bu görüntüleri de fazlasıyla sırıttı final maçında. Finale gelene kadar da eledikleri tek güçlü takım Chelsea’ydi. Onu da nasıl elediklerini hatırlarsınız. Güç bela. O yüzden Barcelona, çok rahat bir şekilde kazandı finali. Seremonide ise Kupayı Abidal’in ellerinde görmek ise ayrı bir güzeldi. Yaşadığı onca şeye rağmen kısa zamanda toparlanıp Barça adına kupayı kaldırması kolay unutulacak hikayelerden biri olmayacak futbol tarihinde.

27 Mayıs 2011 Cuma

Unutulmaz Şampiyonlar Ligi Finalleri


Cumartesi sezonun en büyük futbol olayı oynanacak. Daha önce 2 takım arasındaki unutulmaz maçları vermiştim. Şimdi de Spormax'ten Serdar Kamaç kardeşimin de yardımlarıyla unutulmaz Kupa 1 finallerini bir sıralayalım istedim. Başlığı kupanın son ismi olduğu için öyle yazdım yanlış anlaşılmasın.
10-Real Madrid:7 Eintracht Frankfurt:3 (1960)
Turnuvanın ilk yıllarına adeta ambargo koyan Real Madrid, ilk kupasını Reims karşısında 4-3’lük sonuçla kaldırmıştı. Bu skor yeterince dikkat çekiciydi ancak en unutulmaz maçlarını 1960’da oynadılar. Almanya şampiyonu Eintracht Frankfurt karşısında üst üste 5. şampiyonluklarına ulaşarak benzeri görülmemiş bir başarıya imza attılar. Hampden Park’daki 135.000 seyirci, iki efsanenin bitiriciliğine hayran kalmıştı. Alfredo di Stefano hat-trick yaparken, Ferenc Puskas bir Avrupa finalinde 4 gol atan ilk ve tek oyuncu oldu. Daily record köşe yazarı Jim McLean, o günü şöyle anlatmıştı: ''Hampden’da öyle büyük bir kalabalık vardı ki, maçı görmek bile zordu. Ancak futbol dehaları kendilerini her halukarda gösterebilir. Hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, tanık olduğum en büyük maçtı. Futbolun tam olarak eğlence ile birleştiği bir andı, real Madrid ferenc puskas ile mükemmelliğe ulaşmıştı''.
9-Benfica:5 Real Madrid:3 (1962)
Bir yıl önce Benfica finalde Barcelona’yı devirerek, Real madridin 5 yıllık ambargosuna son vermişti. Real ise 1962’de ünvanını geri almaya kararlıydı. Ancak herkes Puskas ve Di Stefano’nun yıldızlaşacağını düşünürken, maça damgasını vuran Portekizin siyah incisi olmuştu. 20 yaşındaki Eusebio’nun harika oyunuyla Portekiz şampiyonu 2-0 geriden gelip 3-2'lik üstünlüğü yakalamış ve maçı 5-3lük skorla sonuçlanmıştı. Genç golcü ilki penaltıdan ikincisi ise yaklaşık 22 metre uzaktan iki gol atarak, o gece dünya futboluna ismini duyurmuştu.

8-Celtic:2 Inter:1 (1967)
Dönemin en korkulan ekiplerinin başında Inter geliyordu o zamanlar. Helenio Herrera’nın devrim yaratan Catenaccio’su takımına 1964 ve 65’te üst üste 2 Avrupa şampiyonluğu getirmişti. 1967’de oynanacak final öncesinde de mutlak favori onlardılar. La grande Inter’in 3. kupasına Lizbonda ulaşacağına kimsenin şüphesi yoktu. Ancak Jock Stein’in sürekli hücum düşünen Celtic’i, Avrupa'nın en büyük sürprizlerinden birine imza atacaktı. Skor 1-1’ken, Stevie Chalmers’ın 85. dakikada bulduğu gol, onlara ''Lizbon aslanları'' lakabını getirecekti. Oynadıkları ofansif futbolla taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan İskoç ekibi, adadan çıkan ilk şampiyon olmayı da başarmıştı. 2-1lik galibiyetinden ardından Stein: ''şu an yeryüzünde benden daha gururlu bir insan olamaz. Kazanmak önemliydi, ancak beni asıl mutlu eden kazanma şeklimiz oldu. Bu kupayı futbol oynayarak kazandık; saf, güzel ve yaratıcı futbol. Kafamızda en ufak bir olumsuz düşünce bile yoktu.'' açıklamasını yapmıştı.

7-Feyenoord:2 Celtic:1 (1970)
1970'lerde güzel futbol diyince akıllara Ajax ve total futbol anlayışı gelir. Ancak Hollanda’ya ilk Avrupa kupasını getiren takım, Celtic’i San Siro’da deviren ezeli rakipleri Feyenoord olmuştu. Daha sonra bu kupaya Hamburgla da ulaşacak olan Ernst Happel, Feyenoord’un arkasındaki taktiksel beyindi. Happel’in hem kurnaz hem de inatçı yapısı takımına da yansımıştı. 1967’de Inter karşısında beraberlik golünü atan Tommy Gemmell, Celtic’i 1-0 öne geçirmişti. Ancak pes etmeyen feyenoord, kaptan Rinus Israel ile maça denge getirmişti. Maçın büyük bölümünde oyunun tek hakimi olan Rotterdam ekibi, aradığı golü uzatmalarda buldu. Billy McNeill’in ters kafa vuruşunu affetmeyen Ove Kindvall, topu kalecinin üzerinden ağlara yollayarak 116. dakikada Feyenoord’u sevince boğmuştu. Belki ilerleyen yıllarda Amsterdamlı rakiplerinin gölgesinde kalacaklardı ancak kutsal emanete ilk ulaşan Feyenoord olmuştu.
6-Bayern Munich:4 Atletico Madrid:0 (1974)
Bayern münihin ilk Avrupa şampiyonluğu aynı zamanda tekrarı oynanan ilk ve tek final olarak da kayıtlara geçecekti. Çok uzun yıllar sonrasında İspanya teknik direktörü olarak Avrupa şampiyonluğu yaşayacak olan Luis Aragones’in golüne bavyera ekibinin yanıtı, Hans-Georg Schwarzenbeck’in 25 metrelik füzesiyle gelecekti. O dönemin statüsü gereği yalnızca 2 gün sonra oynanacak tekrar karşılaşmasında ise Bayern Münih rakibini ezip geçecekti. Goller ise Uli Hoeness ve bombacı lakaplı Gerd Muller'den gelmişti. Yalnızca iki ay sonra, bu maçtaki bayern Münih 11’inden 6 ismin yer alacağı Batı Almanya’nın Hollandayı 2-1 yenip dünya kupasını kaldırması ise kimseyi şaşırtmamıştı.

5-Liverpool:3 Borussia Monchengladbach:1 (1977)
Bill Shankly’nin attığı temellerin üzerine kurulan Liverpool, bir üst seviyeye ise, kulübe 1977’de ilk Avrupa kupasını getirecek olan Bob Paisley ile çıkacaktı. Üst üste 2 lig şampiyonluğu elde eden ve bir önceki sene Uefa Kupası'nı kaldıran kırmızılar, rahat bir maç sonrasında 3-1 ile Avrupa kupasına da ulaşacaktı.
Monchengladbach kadrosunda, dünya kupası kaldırmış bir çok oyuncu bulunuyordu. Berti Vogts, Herbert Wimmer, Jupp Heynckes ve Rainer Bonhof 1974’te Batı Almanya formasıyla dünya kupasına ulaşmışlardı. Ancak Kevin Keagan ve Steve Heighwayli Liverpool, 4 yıl önce Uefa Kupası finalinde devirdikleri rakipleri karşısında bir kez daha üstünlük sağlayacaktı. İlk yarıda Terry McDermott kırmızıları 1-0 öne geçirmiş ancak Alman ekibinde Alman olmayan tek isim Allan Simonsen, Monchengladbach’ın eşitlik golünü kaydetmişti. Ancak Paisley’nin istediklerini sahaya yansıtmayı başaran Liverpool, Tommy Smith ile bir kez daha öne geçecek, Phil Neal’ın penaltı golüyle ise rahat bir nefes alacaktı. The guardian gazetesinde bu maçla ilgili: ''Maçın son düdüğünden itibaren, 24.000 liverpool taraftarı Olimpiyat stadını şarkı ve tezahüratlara boğacaktı. Taraftarlar da maçın büyük bölümünde üstün olan Liverpool’un kupayı kaldıracağından zaten emindi.''

4-Porto:2 B.Münih:1 (1987)
Porto pek çoklarına göre son 8 yılda Şampiyonlar Ligini, Uefa Kupası ve Avrupa Ligini kazanmasıyla tanınabilir ama Portekiz’in son yıllardaki devinin ortaya çıkışı 1987’de Şampiyon Kulüpler finalinde Bayern Münih’i devirmesiyle olmuştu. Almanlar 11 yıldır kupa kazanamıyorlardı ve finalde rakiplerinin Porto olmasından son derece memnunlardı. Kögl’in golüyle ilk yarıda öne de geçince bu iş bitti bile demişlerdir. Ancak 2.yarıda dönemin en büyük sürprizine imza atan Porto, Madjer ve oyuna sonradan giren Juary’nin golleriyle kupayı Portekiz’e götürdüler. Bayern, hasretini dindirmek için 14 yıl daha beklemek zorunda kalacaktı.
3-Milan:4 Barcelona:0 (1994)
Milan ve Barcelona 1994 Mayıs’ında Atina’da karşıya karşıya geldiklerinde çoğu kişinin favorisi belliydi. Nasıl olmasın ki? Bir tarafta İspanya’da son yıllara damga vurmuş, 1992’de Wembley’de bu kupayı kazanmış, Johan Cruyff’un rüya takımı Barcelona var. Diğer tarafta ise ligde 3.kez üst üste şampiyonluğunu ilan etmesine rağmen o sene Serie A’da 34 maçta sadece 36 gol atabilmiş, bir maçta 3 kez bile rakip fileleri havalandıramamış Milan. İtalyanlara saygı duyulmasına rağmen Cruyff’un Barçası favori. Ancak Capello’nun öğrencileri o gece inanılmaz bir performans ortaya koyarak Katalanları adeta sahadan sildiler. Massaro’nun 2, Savicevic ve Desailly’nin golleri zaferi getirirken dönemin dünya yıldızları Koeman, Stoichkov ve Romario rakiplerini izlemekle yetindiler. Kupa 1’in en unutulmaz maçlarından biri olarak gösterilen o geceyi sonrasında en güzel Marcel Desailly anlatmış: ''O gün her şey bizim yanımızdaydı, Barcelona’nın hiç şansı yoktu.''

2-Manchester Utd:2 B.Münih:1 (1999)
Milenyumun son finali futbol tarihinin en dramatik karşılaşmalarından birine sahne oldu. Herkesin bildiği üzere Bayern Münih’in 90 artılara 1-0 önce girip 2 dakika içersinde kupayı Manchester’a verdiği final. Bayern, Mario Basler’in 6.dakikada attığı frikik golüyle 1-0 öne geçtikten sonra son dakikaya kadar oyunun kontrolünü elinde tuttu. Effenberg’in, Jancker’in, Mehmet Scholl’un net pozisyonlarını kurtaran Schmeichel kalesinde devleşiyordu. Sezonu dubleyle kapatan Manchester United’ta orta sahanın dinamoları Scholes ve Roy Keane’in yokluğu bariz belli oluyordu. Bayern’de Lothar Mattheus, oyundan alınarak alkışlatılmış, herkes bitiş düdüğünü bekliyordu ama 90+1’de Manchester United korner kazandı. Dev Danimarkalı Schmeichel da ileriye çıkarak rakip kalede gol arıyordu.
Korner kazanıldığında maçı ITV için yorumlayan Clive Tyldesley; ''Manchester golü bulabilir, bunu her zaman yapıyorlar'' diyerek adeta golü çağırıyordu. Beckham’ın ortası ve Teddy Sheringham’ın vuruşu. Skor 1-1. United taraftarları kendinden geçerken Almanlar şoka girdi. Maç içerisinde önce Bayern işi bitirdi diyenler, maç uzatmaya kaldı diye düşünmeye başlamışlardı ancak şişman kadın daha sahneye çıkmamıştı. Manchester United maçın bitmesine saniyeler kala bir korner daha kazandı. Beckham bir kez daha ceza sahasına bombayı bıraktı, Sheringham dokundu, arka direkte Ole Gunnar Solskjaer topu Kahn’ın koruduğu kaleye bıraktığında kimse gözlerine inanamıyordu. İngilizler çılgınlar gibi sevinirken Almanlar birbirlerine ''bu bir şaka mı?'' der gibi bakıyorlardı. O dönem için Şampiyonlar Ligi tarihinin en unutulmaz maçı Manchester United’ın efsane menajeri Matt Busby’ye 90.yaş gününde en güzel hediyeydi. Ama yine son sözü maçın yorumcusu Tyldesley muhteşem bir şekilde söyledi: ''Manchester United vaat edilmiş topraklara ulaştı.''

1-Liverpool:3 Milan:3 (2005)
O gün Olimpiyat stadına gidenler böyle muhteşem bir finale tanık olacaklarından bir haberdiler aslında. Bende o insanlardan biriydim. Liverpool formamı giymiş, şirketten birkaç arkadaş Olimpiyat’ın yolunu tutmuştuk. Diğerleri Milan sempatizanı olduğundan tek başıma Liverpoolluların arasındayım. Favori açık bir şekilde Milan. O sezon Şampiyonlar Ligi’nde kim final oynar diye sorsalar, Liverpool taraftarı bile kendilerini söylemezdi herhalde. Grupta Olimpiyakos karşısında Gerrard’ın son dakikada anormal golü bile final kelimesini telaffuz ettirmemiştir Liverpool taraftarına. Ama Benitez’in anti futbolu işe yaramış ve Kırmızılar İstanbul biletini mucizevi bir şekilde almıştı. İlk yarının başlamasıyla da teori gerçeğe dönmüştü. 45 dakikanın sonunda Milan, Maldini ve Crespo’nun golleriyle devreye 3-0 önde girmişti. Bende Liverpoollu dostlarla birlikte sigaramı yakmış kara kara düşünüyordum ikinci yarı nasıl biter diye. Ama mutluyum bir yandan da. Sonuçta Şampiyonlar Ligi finali izliyoruz ulen.
İkinci yarı başladı. Maç dengede giderken Gerrard’ın golü geldi. İyi ya maça heyecan gelir biraz diye düşünürken 2 dakika sonra Smicer, ondan 4 dakika sonra da Xabi Alonso. Maç 3-3. Benim ses gitti. Etrafıma bir baktım herkes kendinden geçmiş. Ama daha 60.dakikadayız. Nasıl geçecek bu dakikalar diye düşünüyordum ama boşunaymış. Tanrı o gün Liverpool demiş. Milan’ın şansı yok. Uzatmalarda Shevchenko’nun vuruşunda gözlerimi kapatmıştım ama Dudek kurtarmış. Haberim yok. Ama penaltılarda açtım gözümü ve içine Grobbelar’ın ruhu girmiş Dudek’in çizgi üzerindeki dansı ve Şampiyon Liverpool. Gerçekten inanılmaz bir geceydi. Hem bizim hem de şampiyonlar ligi tarihi için.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Oh be Valdano gitti!!!


İnanılmaz sevindim gitmesine. Tenerife'de iken Real'e taktığı çelme, sonrasında Real Madrid'in başına geçip şampiyon yapması umurumda değil. Hayatımda en çok sevdiğim kadro olan 1986 Arjantin'in bir üyesi olması da. Perez'in danışmanlığı yaptığı günden bu yana müthiş zararı olmuştur kulübe. Geçen sene Mourinho'nun işini zorlaştırmaya çalışması da cabası. Ama Portekizli geldi hakkından Valdano'nun çok mutluyum o yüzden. Zidane'ın da tavsiyesi olmuş mudur onu bilmiyorum işte.

Barcelona&Manchester United/Finale Doğru


Şampiyonlar Ligi finaline az bir zaman kala heyecan dozu artmaya başladı Manchester ve Barça cephesinde. Ligler bitince transfer haberleri hariç gözler finale kitlendi. Bende daha önceki eşleşmeleri sizlere bir hatırlatmak istedim. Aşağıdaki maçlar arasında en zevksizi 2009’daki final maçı oldu. Onun dışındaki tüm eşleşmeler nefesleri kesmişti. Cumartesi Barcelona favori ama iki takım karşı karşıya geldiğinde net bir şeyler söylemek zor oluyor. İşte bundan önceki eşleşmeler;

Barcelona-Manchester United (2-3/agg.)
Mart 1984-Kupa Galipleri Kupası Çeyrek Finali

İlk maçı Barcelona, Moran’ın kendi kalesine ve Rojo’nun golleriyle 2-0 kazanmıştı. Katalanların turu geçmesine kesin gözüyle bakılıyordu ancak ikinci maçta çok net bir skor ortaya çıktı. Manchester United, Bryan Robson’un 2 ve Stapleton’un golleriyle mücadeleyi 3-0 kazanarak adını yarı finale yazdırdı. Ancak yarı finalde Platinili, Boniekli, Rossili o sezon kupayı alacak Juventus’a elendiler.

Manchester United-Barcelona (2-1)
Mayıs 1991-Kupa Galipleri Kupası Finali

Barcelona bir sene sonra Wembley’de 23 yıllık özleme son verip Avrupa’da kupa kazanacaklar ama burada Manchester United’a kaptırıyorlar Kupa 2’yi. İngilizlerde cezaları bittikten sonra tekrardan Avrupa arenasındalar ve Manchester United’ın başında Sir Alex Ferguson 5.yılında. Onlarda İskoç teknik adam göreve geldikten sonra ilk lig şampiyonlukları kazanacaklar bir sene sonra. Oldukça çekişmeli geçen karşılaşmayı Manchester United 2-1 kazanıyor. İngilizlerin golleri Mark Hughes’dan geliyor. Barça’nın tek golü ise Koeman’dan.

Barcelona-Manchester United (4-0/2-2)
1994 Şampiyonlar Ligi Grup Aşaması

Cruyff’un Rüya takımı o sene buldozer gibi gidiyor. Manchester’da Camp Nou’daki maçta 4-0’la nasibini alıyor bundan. Katalanlar finalde Capello’nun Milan’ından tokadı yiyecekler aynı skorla ama burada Manchester United karşısında şov yapıyorlar. İngiltere’deki maçta golleri United adına Hughes ve Sharpe, Barça adına Romario ve Jose Mari atıyor. 4-0’ın mimarları ise Stoichkov (2), Romario ve Ferrer.

Barcelona-Manchester United (3-3/3-3)
1998 Şampiyonlar Ligi Grup Aşaması

Nefesleri kesen 2 grup maçı. İlki Eylül’de Old Trafford’da. United adına golleri Paul Scholes, Ryan Giggs ve David Beckham, Barça adına Sony Anderson, Giovanni ve Luis Enrique atıyor. İkinci maç ise ilk maçın skoruyla aynı olmasına rağmen hafızalardan silinmeyen bir maça ve gollere sahne oluyor. Barça Anderson’la öne geçiyor ancak United Yorke’un 2 ve Andy Cole’un golleriyle skoru 3-1’e getiriyor. Ancak Katalanların o dönemki sihirbazı Rivaldo muhteşem golleriyle Barça’nın mağlup ayrılmasına izin vermiyor. Ama Barcelona grupta 3.olarak Şampiyonlar Ligine veda ederken Manchester United Barcelona’nın mabedi Camp Nou’daki unutulmaz finalde Bayern Münih’i 2-1 mağlup edip kupaya uzanıyor.

Barcelona-Manchester United (0-1/agg.)
Nisan 2008-Şampiyonlar Ligi Yarı Finali

İlk maç Camp Nou’da 0-0 bitmesine rağmen heyecan fırtınası şeklinde geçiyor. Maçın başında Ronaldo penaltı kaçırıyor, kalan dakikalarda ise Barça kabus gibi çöküyor United savunmasına ama gol sesi çıkmıyor. İkinci maçta ise Paul Scholes 30 metreden attığı golle United’ın 9 yıllık final hasretine son veriyor. Moskova’daki finalde ise Manchester United, penaltı vuruşları sonrası Chelsea’yi geçiyor ve Sir Alex Ferguson Kırmızı Şeytanların başında ikinci kupasını kazanıyor.

Barcelona-Manchester United (2-0)
Mayıs 2009-Şampiyonlar Ligi Finali

2 takım 1 sene sonra Roma Olimpiyat stadında finalde karşılaşıyor. United 2.sene üst üste kazanma peşinde. Barça ise Guardiola’yla ilk senesinde kupayı kazanmak istiyor. Yarı finalde Chelsea’yi hakemin çok tartışılan kararlarıyla elemişler ve finalde bir başka İngilizle karşı karşıyalar. Maça United iyi başlıyor ancak Barcelona ilk atağında Eto’o ile golü buluyor. Sonraki bölümde ise Manchester için işkence başlıyor. Meşhur topa sahip oranıyla Kırmızı Şeytanlara top göstermeyen Barcelona, Messi’nin kafasıyla farkı 2’ye çıkarıp 3 sene sonra bir kez daha mutlu sona ulaşıyor.
İşte iki takım arasındaki eşleşmeler bu şekildeydi geçmişte. Genel tabloda Manchester’ın üstünlüğü var ancak önemli olan finalde kazanmak ve Barça bunu son kez başarmıştı. Sir Alex daha önce Barça'nın favori olduğu bir maç öncesi aşağıda böyle dua ediyordu:)Bakalım şimdi ne olacak?

Merak ediyorsanız?
Barcelona ve Manchester Utd. Neden Finalde?

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Tebrikler Fenerbahçe


Klasik olan bir Şampiyon çıkacak sözü herhalde bu sezon kadar yerini bulmamıştır. Öncelikle Fenerbahçelileri tebrik ederim 18.şampiyonlukları için. Sonuna kadar hak ettiler. Saha içinde, saha dışında-kötü anlamda söylemiyorum-tüm güçleriyle unvanı kazanmak için uğraştılar, didindiler ve mutlu sona ulaştılar. Trabzonluları da tebrik ediyorum ve fazla üzülmesinler diyorum. Şampiyon olan bir takım ne kadar puan toplaması gerekiyorsa o kadarını topladılar. Yarışta avantajlı olmalarına rağmen geriye düştüler ama mücadeleyi hiç bırakmadılar. Düşünün ilk yarı 42 puan toplamışsın. 2.yarı bana gelsen ve al 40 puan deseler hiç düşünmem. Herhalde 3-4 hafta kala ilan ederim derim şampiyonluğu ama olmadı. Çünkü Fenerbahçe anormal bir peerformans ortaya koydu. Bir daha Türk futbol tarihinde gerçekleştirilmesi neredeyse imkansız bir performans. İkinci yarıda evlerinde hiç gol yemediler. Son 18 maçın 17'sini kazandılar. Deplasmanda tüm maçları kazandılar, tek puan kaybını evlerinde Bursa'ya karşı yaptılar. Daha ne yapacaklar değil mi?

Şampiyonluğun mimarları ise benim gözümde net belli. Bir numarada Alex olur tartışmasız. Bu sene Aykut Kocaman'ın bir katkısı olduğunu kimse söyletemez bana. Onun hatalarına rağmen şampiyon oldu Fenerbahçe. İlk yarıda yaptıklarına rağmen Fenerbahçe yarışta kaldı. İkinci yarıda ise Alex bu işi bana bırakın dedi ve zafer geldi. İki numaram insan olduğuna inanmadığım Gökhan Gönül. Bir insan böyle bir istikrarı nasıl korur. Arada bir form düşüklüğü yaşamaz mı? Arada bir konsantrasyon kaybı yaşamaz mı? Yok usta yaşamaz. Bir Beşiktaşlı olarak Alex ve Gökhan Gönül'e hayranlığımı ne kadar anlatsam boş.3 numaram ikinci yarıdaki müthiş çıkışıyla devre arası transferi gibi olan Andre Santos. Brezilya milli takımındaki performansını gösterince Fenerbahçe'nin sol kanadı kendine geldi. Zaten 2002 Dünya Kupası'ndaki Brezilya milli takımı gibi oldu Fenerbahçe ligin ikinci yarısında. Solda Roberto Carlos, sağda Cafu. Andre Santos, soğukkanlılığı, müthiş profesyonelliği ve inanılmaz futbol zekasıyla Fenerbahçe'nin şampiyonluğunda görünmez kahramanlardan biridir. 4 numarada ise en çok nefret ettiğim ve en çok takdir ettiğim oyunculardan Lugano var. Söylenecek fazla bir şey yok. Ruh hastası, manyak, deli ne dersinizi deyin her eve lazım Lugano. Bu sene 7 de gol atarak skora da katkıda bulundu. Daha ne yapsın? Sonrasında Volkan, Mehmet Topuz, Emre diye uzar gider bu liste ama benim Kare As'ım buydu. Son söz ise başlıkta yazıyor zaten fazla uzatmaya gerek yok.

22 Mayıs 2011 Pazar

Deportivo düştü, Ronaldo 40'ı buldu


Evet bitti. Olaylı El Clasicoları, son hafta düşme potasındaki heyecanı, Barcelona'nın beklenen şampiyonluğu, Ronaldo'nun 40 golü. Şampiyonluk yarışındaki çekişmenin son haftaya kadar sürmemesi dışında dolu dolu bir La Liga'yı geride bıraktık. Son günde ise iki inanılmaz olay yaşandı. Öncelikle Deportivo'nun 2.lige düşmesi benim için tam bir şok oldu. Bir hafta önce hemşehrisi Levante'yi uzun süre eksik olmasına rağmen mağlup edemeyen (!) Valencia, Riazor gibi bir cehennemde Deportivo'yu 2-0 mağlup ederek bir alt lige uğurladı. Ülkemizde bazı şeylere hala düzelmiyor diyoruz ama Akdeniz ülkeleri için genelde olan bu. O yüzden arada bir Premier Ligin örnek gösterilmesini bir türlü anlamıyorum. Biz Akdeniz ülkesiyiz. İspanya'da, İtalya'da, bizde olaylar farklı yaşanır. Etik kelimesini gerektiğinde esnetiriz biz. İngilizler gibi önce mantık, önce kurallar demeyiz. Manchester United'a bir haftadır baskı yapılıyor. Sakın ola yedeklerle çıkma Blackpool maçına diye. Bizde olmaz bu. Manchester United'ın bir hafta sonra Şampiyonlar Ligi finali var. Adam ligle işini bitirmiş. Tamamen bu maça konsantre olması lazım, Barcelona gibi ama İngiltere'de adama dur derler. O yüzden Deportivo'ya yazık oldu. 1990-91 sezonunda tekrar yükselmişlerdi La Liga'ya. Şampiyonluk ve Kupa zaferleri yaşama ve zirve yarışında sürekli bulunma gibi rollerini üstlendikten 20 yıl sonra 2.lige düştü Deportivo. Tek kelimeyle yazık oldu.
Ek: Bu arada unutmuştum yeni aklıma geldi. Deportivo, 1993-94 sezonunda şampiyonluğa giderken son hafta kaybetmesinin nedeni yine Valencia'ydı. Son maçta evinde Valencia'yı mağlup etseler şampiyon olacaklardı ama son dakikalarda Djukic'in kaçırdığı penaltıyla berabere kalıp Barcelona'yı şampiyon yaptılar. Kaderin cilvesi aynı Valencia yaklaşık 20 yıl sonra Deportivo'nun düşmesine neden oldu.
Günün 2.büyük olayı ise Ronaldo'nun sezonu 40 lig golüyle kapatması oldu. Söyleyenecek fazla bir şey yok. Real Madrid sezonu Barcelona'nın gerisinde kapadı ama Ronaldo, Messi'yi bireysel olarak geçmeyi başardı ve inanılmaz bir rekorla. Daha birkaç hafta önce kulüp tarihine geçen Ronaldo, bugün attığı 2 golle La Liga tarihine geçerek gelmiş geçmiş en skorer isim oldu İspanya'da. İşte böyle geçti La Liga. Mourinho-Guardiola kapışmasında gülen taraf genç Katalan oldu bu sene. Mourinho 5-0'la karizmayı çizdirdi ama sonraki maçlarda defansif oyunla biraz olsun dengeledi rekabeti. Bu arada Real Madrid de ayrı bir şekilde rekora imza attı. Geçen sene de bu sezon da 102 gol attı ama şampiyon olamadı. Başka bir ligde olsa intihar sebebi ama La Liga böyle bir yer işte. Mourinho'da hakikaten çok defansif oynatıyormuş. Baksanıza 102 golle kapattı sezonu:)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Milan ve Dolce&Gabana


Dünyanın en prestijli giyim firmalarından Dolce&Gabana'nın dizaynırları Domenico Dolce and Stefano Gabbana Şampiyon Milan'ın oyuncuları ve Allegri'yle poz veriyor. Aşağıda da çekimlerden birkaç fotoğraf var.


20 Mayıs 2011 Cuma

Futbol TV


20 Mayıs Cuma
20:00 Galatasaray-Konyaspor / Lig TV
20:00 İBB-Manisaspor / Digi Kanal
21 Mayıs Cumartesi
16:00 Bucaspor-Kayserispor / Lig TV
16:00 Ankaragücü-Antalyaspor / Digi Kanal
20:00 Gaziantepspor-Beşiktaş / Lig TV
20:00 Bursaspor-Gençlerbirliği / Digi Kanal
22:00 PSG-Lille / Kanal A
22 Mayıs Pazar
15:00 Eskişehirspor-Kasımpaşa / Digi Kanal
18:00 Manchester United-Blackpool / PL TV
20:00 Karabükspor-Trabzonspor / Spormax
20:00 Sivasspor-Fenerbahçe / Lig TV
23 Mayıs Pazartesi
16:00 Tavşanlı Linyitspor-Gaziantep BB / TRT
20:00 Orduspor-Ç.Rizespor / TRT

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Lorca'da duygulu anlar


1979 yılında hayata gözlerini yuman ''alaylı'' deprem uzmanı İtalyan Rafaele Bendandi, 31 yıl önce ''11 Mayıs 2011’de deprem Roma’yı yıkacak’’ diye kehanette bulunmuştu. Yada kendisinin de sonra ''böyle bir şey söylemedim’’ beyanatı üzerine bir dedikoduydu. Ancak dedikodu da olsa geçen hafta Roma’da duyulan endişe nedeniyle sokaklar boşaltılmış, dükkanlar açılmamış, herkes işyerinden izin alıp kenti terk etmişti. Ancak deprem İspanya’nın güneydoğusundaki Murcia’nın Lorca ilçesini vurdu. Bizim için küçük bir sayı olmasına rağmen 5.2 büyüklüğündeki depremde 10 kişi hayatını kaybetti, 12 kişi yaralandı. Bu büyüklüğüyle İspanya’nın güneydoğusunda yaşanan en büyük depremmiş.


Lorca’da yaşananlar üzerine Real Madrid tam kadro kente geldi ve Murcia’yla bir hazırlık maçı oynadı. İki takım oyuncuları sahaya ''hepimiz Lorca’lıyız’’ pankartıyla çıktı sahaya. Kentteki acıyı bir nebze olsun hafifletmek için yapılan maç 2-2 sona erdi. Bir Murcia ilçesi Totana doğumlu olan Mourinho’nun yardımcısı eski Real Madridli Chendo da maçın son yedi dakikasında forma giymiş.

17 Mayıs 2011 Salı

Foto Gündem


Ukrayna asıllı Amerikalı oyuncu Milla Jovovich, Shakhtar Donetsk'in 75.yıl dönümünde kendisine hediye edilen formayla

Yıllar sonra Bundesliga'da şampiyon olan Borussia Dortmundlu oyuncular, şampiyonluk kutlamalarında kurbanı seçmişler: Teknik Direktör Juergen Klopp.

Bu kare Teknik adamlığının kalitesi gittiği Dubai'de fazla anlaşılmayacak Maradona'dan. Asya'nın en popüler takımı Al Wasl olacak bir süre.

Son resimde de gol sayısını ligdeki 38'e çıkartan Ronaldo'nun sevincini Marcelo'yla paylaşmasını görüyoruz. Son maç içeride düşmüş Almeria ile. Şu an La Liga tarihinin en golcü oyuncusu unvanını Hugo Sanchez ve Telmo Zarra'yla paylaşan Cristiano haftaya tek olmak için çıkacak Almeria karşısına. Bir sakatlık olmazsa rekoru kıracak gibi gözüküyor.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

İnternetime Dokunma

Haftanın Fotosu


Deportivo La Coruna seyircisi bu vatandaş, dev bayrak yüzünden maçtan mahrum kalmak istememiş ve kendi çözümünü yaratmış.

Zanetti'nin patates korkusu


Hafta içi Roma'yla oynanan İtalya Kupası 2.maçından önce Peter Shilton, Ray Clemence, Pat Jennings, Paolo Maldini, Andoni Zubizarreta ve Roberto Carlos'ın başardığı gibi kariyerindeki 1000.maçına çıktı Il Capitano. 36 yaşındaki Inter efsanesinin böyle büyük bir başarıya ulaşmasına rağmen patatesten korktuğunu okuyunca çok güldüm. Hikayesi de bir hayli ilginç. Wikipedia'ya baktığınızda göremeyeceğiniz türden.
Kariyerinde dünya kupası hariç herşeyi kazanan Javier Zanetti'nin önüne patates yada mercimek koyduğunuzda titremeye başlıyormuş. Herşey daha çocukken başlamış. Aynı Messi gibi küçük Javier de çok zayıfmış. Birçok doktora görünmüşler. Bazıları büyüyemez demiş bazıları da bir sorun olmaz. Bazılarının tavsiyesiyle de mercimek ve patates yemeye başlamış Zanetti. Bunları ye bir şeyin kalmaz demişler. Sürekli mercimek ve patates yemekten dolayı bu iki yemeği görünce travmatik bir hal alıyormuş Zanetti. Kariyer başlangıcı da zor olmuş bu yüzden. Patates ve mercimeğe daha fazla dayanamamış ama Inter'e geçene kadar tam bir süt çocuğu olmuş. Hergün kendisini müthiş derecede zorlamış süt içmek için ve sonunda 1991-92 sezonunda ikinci ligde Talleres formasıyla Instituto Cordoba'ya karşı ilk maçına çıkmış Zanetti. Çocukluğu zor geçen traktör lakaplı Zanetti çarşamba 1000.maçına çıktı kariyerinde. Kendisi istemediği sürece futboldan kopacak gibi gözükmeyen Zanetti'nin hikayesi bir hayli ilginç değil mi?